ads

23 Ekim 2011 Pazar

Uluslararası iletişimin önemi nedir?

Küreselleşme:
Yaşamın toplum, siyaset, ekonomi, uluslararası ilişkiler ve din gibi pek çok unsurunu etkileyen ve bunlardan etkilenen bir süreçtir.
Küreselleşme süreçlerinin bütünleştirici bir parçası olan uluslararası iletişim de, küresel bilincin oluşumunda ve bireyin toplumsal yaşam evrenini yeniden yapılandıran düşünsel süreçte, merkezi bir rol oynamaktadır.


Uluslararası iletişim:
  • Diplomatik yollarla
  • Uluslararası kuruluşlar aracılığı ile
  • Kitle iletişim araçlarıyla (Radyo, TV, İnternet, Uydu haberleşme, Basın Yayın)
  • Sempozyum, Panel vb. toplantılar aracığı ile sağlanır.
Dil:
Resmi olarak kullanılan ortak dil olmamakla birlikte, İngilizce en yaygın kullanılan dil olarak bu görevi üstlenmiştir diyebiliriz.


Ormanda hangi hayvanlar yaşar?

KELEBEK








Hayvanın adı:Kelebek.Nerede yaşar:hemen hemen her yerde Kaç yıl yaşar:sadece yazları.Nasıl çoğalır:Yumurtayla ürer. Özelliği: Çok renkli bir hayvan ve ömürleri çok kısa: Ne ile beslenir: Çiçek balı.Kelebeklerin bize verdikleri:Estetik ve çiçekleri döller. Erkeğine ne denir:Erkekkelebek.Dişisine ne denir Dişikelebek.




Kelebek üzerine küçük bir masal

Bir zamanlar bir kelebek varmış .Bir ağacın dalında küçük bir yuvası varmış. Bir de küçük bir yumurtası duruyormuş, çiçektozu aramaya çıkmış .Bir çiçeğe sormuş "bana çiçektozu verirmisin" çiçek hayır demış. Kelebek üzgün bir halde evin yolunu tutmuş. Oradan geçen bir arı "niçin üzülüyorsun" diye sormuş. Kelebek de "çiçek bana çiçek tozu vermiyor" demiş. Arı gidip çiçeğe sormuş niye vermiyorsun diye, çiçek "çünkü kelebekleri sevmiyorum" demiş. Bunun üzerine arı kelebeğe " sen eve git ben sana çiçektozu getiririm" demiş,Bir süre sonra da arı , çiçektozunu getirip kelebeğe vermiş. Kelebek de onu akşam yemeğine davet ettmiş.




GERGEDAN



Derleyen: Meral Çoban




Hayvanın adı :Gergedan.Nerede yaşar :Afrika'da.Kaç yıl yaşar :Nasıl çoğalır:Doğurarak.Neden boynuzu var: Darlar,Deler. Ne ile beslenir: Ot ve çimen. Gergedanın bize verdikleri :Gergedanın boynuzundan yararlanırız. Kaç kilo : yaklaşık 3.300 kilo. Erkeğine ne denir : Erkek gergedan.Dişisine ne denir : dişi gergedan.




Gergedan üzerine küçük bir masal

Bir varmış bir yokmuş evel zaman içinde kalbur zaman içinde bir gergedan ve bir arkadaşı varmış. Arkadaşı gergedan bizimkini bir gün boynuzlamış onun için, bizimki de arkadaşına ölünceye kadar küsmüş. Arkadaşı bu duruma çok üzülmüş.




GORİL



Derleyen: Şafak Yılmaz



hayvanın adı :goril
Goril , Afrikada yaşıyan güçlü bir hayvandır. İnsanlar kadar duyarlı ve akıllı biraz da korkunç bir hayvandır. Goriller en büyükleridir, boyları ,yüzseksen santim kiloları ise ikiyüz yetmişbeş kiloya kadardır. Gün ortasında dinlenirler geceleri ise kendi aralarında oyun hazırlarlar ama insanlar onlara zarar verirse onlarda insanlara zarar verir


GEYİK



Derleyen: Yasemin Yağcı



Hayvanın adı: geyik .Nerede yaşar:kuzey yarım küresindeki ormanlarda yaşar. kaç yıl yaşar:30 yıl yaşar. nasıl çoğalır: doğurarak çoğalır .ne ile beslenir:anne sütü ve sonraları otlarla beslenir. geyiğin bize verdikleri:eti yenir. erkeğine ne denir:Erkek geyik. dişisine ne denir:dişi geyik ve yavrusuna da celan denir



KANGURU



Derleyen: Fatma Çoban.



hayvanın adı: kanguru. nerede yaşar:Australya'da kaç yıl yaşar: 15+18 yıl yaşar nasıl çoğalır: doğurarak çogalır ne ile beslenir: yeşilik ile beslenir erkeğine ne denir: erkek kanguru dişisine ne denir: dişi kanguru.

Kangurular, saatte 60 kilometre hızla koşar . İlk 3 ayda kanguruların vucudunda hiç kıl olmaz. kangurular 2 yaşında büyük kanguru saılırlar. yeni doğmuş kangurunun boyu 2 cm ve kilosu 1 gr. yeni doğmuş kangurular süt ile beslenir ve çabuk büyürler.hemen hemen 2 aylıkken büyüklüyü bir kedi kadardır.



KANARYA



Derleyen:Emine Sülük.




Hayvanın adı: Kanarya. Nerede yaşar: Evdeki kafeslerde yaşar. Nasıl çoğalır: Yumurtalan çoğalır. Ne ile beslenir: Kurbağa buğdayı yeni hazırlanmıs salata kuş cimeni küçük küçük meyva parçaları. Hayvanların bize verdikleri: Neşe dolu anlar verir. Erkeğine ne denir: Erkek kanarya. Dişisine ne denir: Dişi kanarya.




Kanarya üzerine iki küçük masal

Bir varmış bir yokmuş evel zaman icinde kalbur zaman icinde bir kanarya varmiş. Çok şakacıymış.Her soruyu sorduğunda soruyu kötü alırmıs.Ama kendisi bir şaka yaptığında kanaryaların,gülmekten karınları acırış sonradan o şakacı kanarya bir gün hastalanmış ve ölmüş. Ve diğer kanaryalar çok üzülmüşler. Ama en azı gülmüş o kanarya öldüğü için, o üzülen kanaryalar hiç bir daha gülememişler.


Bir kanarya varmış.Bir iyi ailenin yanında yaşıyomuş. Sonra hiç sevmediği bir aile onu o iyi ailenin yanında paraylan almak istiyormuş.Ve kanarya çok üzülmüş.Sonradan almışlar ve çok kötü davranmışlar. Bir gün kafesi açık bırakmışlar,pencerede açıkmış. Sonra kanarya o iyi ailenin evine doğru uçmuş. Onlarında penceresi açıkmış,içeriye girmiş onun yerine başka bir kanarya koymuşlardı,ozaman çok üzülmüş.Ozaman öbür ailenin yanına hiç birdaha gitmek istememiş,onun için ortada kalmış.


Şarkı:
Ne güzelsin ne güzelsin kanaryam
kanaryam ne güzel
ne güzel
cik cik diye ötersin.

Kanaryaların özellikleri: Kanaryalar hiç birdaha birbirine kavuşamıyor.Ozaman çok, üzülüyorlar ailesini çok arıyorlar ama bulamıyorlar,bu onlar için çok acı bir şey.


YILAN



Derleyen:Emre.

yılanlar yaz mevsiminde ortaya çıkarlar ve yumurtlayarak çoğalırlar. Yılanın ayakları yoktur sürüngenler gurubuna girerler. Yılanlar kara ve suda yaşarlar. yılanın derisi ayakkabı sanayisinde kullanılır. yılanların bazı çeşitleri zehirlidir. senede bir kere derisini atar. yılanlar güneşlerenek enerjisini alırlar. yılanlar sağırdır ama burunlarını yemek aramak için kullanırlar. yılanlar etobur hayvanlardır. Hayvanat bahçesinde onu görebilirsin. yılanlar senede bir kere kış uykusuna yatarlar. Dünyanın en uzun yılanı 15 metredir.




KEDİ



Derleyen:Esranur Çelik

hayvanın adı: kedi nerede yaşar: evlerde yaşar ne yer: fare , balık, kuş, ciğer ve et yer kaç yıl yaşar: 20-25 yıl yaşar nasıl çoğalır: doğurarak bize verdikleri: sevgi ve fareleri kovup yokediyor erkeğine ne denir: erkek kedi dişisine ne denir: dişi kedi


Kedi üzerine atasözleri

  • Kedi yetişemediği ciğere pis dermiş.
  • kedinin boynuna ciğer asılamaz.



Kedi üzerine şiirler

kediciyim miyav miyav der
kediciyim benden ne ister
hadi gel, hadi gel, sana ben
süt vereyim.



armudu kesdim,
tavana astım.
şıp dedi düştü,
kargalar uçtu.
annem yoğurt getirdi,
kedi burnunu batırdı.
o kediyi ne yapmalı?
minareden atmalı,
minarede kuğu var,
kanadında gümüş var.
eniştemin cebinde
türlü türlü yemiş var.


küçük kedi yavrusu
yün yumağı ile oynuyordu.
yumak çuvalların arasına yuvarlandı,
o da arkasından gitti.
orada kendinden ufak
birini gördü,
onunla oynamak istedi.
ama o hemen kaçtı. Peşinden koşdu.
onun girdiği deliğe giremedi.
Geri döndü,
acaba ne gördü ?





BAYKUŞ



Derleyen:Nesrin Cömert.




Hayvanın adı:baykus Nerede yaşar:ormanda ve dağlarda kaç yıl yaşar:5 ve 6 yıl nasıl çoğalır: yumurtlarlar , kuluçkaya yatarlar civciv çıkarırlar ne ile beslenir:buday, arpa, böcek , fare ve ot yerler hayvanlar bize verdikleri :fareleri yakalar erkeğine ne denir: erkekbaykuş dişisine ne denir: dişibaykuş


Baykuş üzerine küçük bir masal

birgün bir baykuş varmış o geceleri gezmeye gidiyormuş sabahları ağacın dalında oturuyormuş. baykuş birgün fareler yakalamış birgün bir kedi görmüş oda fareyi yakalayıp yemek istemiş fakat fareleri baykuş yediği için çok fare yokmuş kedi düşünmüş baykuş konuşmaya karar vermiş ve baykuş demişki sen sürüngenleri sincapları, köstebekleri, tavşanları avlarsan ben de fareleri avlarım ve aç kalmam demiş, yufka yürekli baykuş pekiyi sana sözveriyorum fareleri yemem demiş.




KAPLUMBAĞA



Derleyen:Selda Canbek.


Hayvanın adı: Kaplumbağa Nerede yaşar: suda ve karada yasar. Kaç yıl yaşar: 200 yıl. Nasıl çoğalır: yumurtlayarak. Ne ile beslenir: kaktüsün sulu meyveleri, ot ve yapraklarla. bize verdikleri: et ve yumurtalar. Erkeğine:erkek kaplumbağa. Dişisine: dişi kaplumbağa denir.


Kaplumbağa üzerine küçük bir masal

Bir gün tavşan kaplumbağaya senin ile göle kadar bir koşu yapalım demiş, koşuda tavşan bir ağacın altına yatayım demiş, çünkü nasıl olsa kaplumbağa yavaş bir hayvan. Ama tavşan uyandığında kaplumbağa göle gelmiş bile

Atasözü: Kaplumbağa gibi yavaş.

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/322298-ormanda-hangi-hayvanlar-yasar.html#ixzz1bdJX8EAo

Nüfusu seyrek olan iller hangileridir ve özellikleri

Türkiye'de seyrek nüfuslu yerler; Sinop, Kastamonu, Artvin, Gümüşhane, Kırklareli, Çanakkale, Muğla, Kütahya, Burdur, Sivas ile Doğu Anadolu'da Elazığ ve Malatya dışındaki illerdir.


medya nedir,medyanın özellikleri görevleri

Her çeşit bilgiyi bireye ve topluluklara aktaran, eğlendirme, bilgilendirme, ve eğitme gibi 3 temel sorumluluğa sahip görsel, işitsel ve hem görsel, hem işitsel araçların tümüne medya diyoruz.

Kişiler günlük yaşamlarında sürekli iletişim kurarlar. Çağdaş dünyadaki yaşam türü, kişileri iletişimin teknik araçlarına daha çok bağımlı kılmaktadır. Çünkü haberleri , düşünceleri, duyguları bildirir. Düşünceleri paylaşma , ya da karşılıklı alışveriştir.

Görsel sanatları, müziği, tiyatroyu, baleyi, tüm insan davranışlarını kapsar. Bilgiyi yayar, eğitir, eğlendirir ya da bilgiye yönelik davranışlardır.
Bunun sayesinde insanlar görerek, duyarak, okuyarak edindikleri bilgileri çevresindekilere de yansıtırlar. Bir kısmı destekler, bir kısmı tepki gösterirler.
O medya aracına gösterdikleri güven oranında tutum ve tavırlarını değiştirirler.
Seçilen bilgileri belleklerinde saklayıp daha sonra bunlara başvurabilirler.

Görsel kanallar, yazılı araçlardan daha etkilidir. İnsanların çoğu televizyon karşısında haftada en az 15 saat oturuyorsa, yazılı basın için günde 15 dakika bile oturmuyor. Çoğu TV programları yönlendirici, paylaşımcı, katılımcı işler. Bunlar daha çok sayıda alıcı veya hedef kitleye iletilir.

Çoğunlukla “beyin yıkama” gerçekleşir. Gazetelerin yerini televizyon alırken , yerel haberler için gazeteler en önemli kanal görevini üstlenirler.

Medya’nın temel görevi şunlar olmalıdır: Bilgilendirme, yönlendirme, eğitme, duyguları dile getirme, toplumsal ilişki kurma , eğlendirme, uyarma .

Deneyimlerin, düşüncelerin , tepkilerin, duyguların paylaşılmasını sağlayan bu medya araçları, bireyler arasındaki iletişimin temelidir.İletişim kuran kaynak kişiyi istediği biçimde etkileyebilir. Kişi de bunları algılayıp , yorumladıktan sonra yanıt verir, yani belirli bir tepki gösterir.

Bu iletişim kişinin kendini tanımasına , kendisini bulmasına da yardımcı olur .
İletişim kurarken kişi kendi inançlarını , duygularını da daha iyi çözümleyebilir.
Dinleyerek, izleyerek , okuyarak kazandığı bilgilerle de seçim yapma olanağı doğar. Bunları bir başkasına iletir, bunlar paylaşılır ve birbirlerinin davranışlarından etkilenebilirler.
Çünkü kişiler çevreden yalıtılmış , özerk bireyler olarak davranamazlar. Kişiler içinde bulundukları ortamı biçimlendirir. Kişiler arası ilişkiler özellikle az gelişmiş ülkelerde Batı’dakinden daha önemlidir. Bu iletişim olağanüstü durumlarda, siyasal ya da toplumsal değişim dönemlerinde de büyük önem kazanır. Toplumun yapısında sürekliliği sağlayan da , değişimi yaratan da iletişimdir.


İnsan üreme hücreleri hakkında bilgi

Erkek ve kadın üreme sistemi anatomisi ve fizyolojisi birbirinden oldukça farklı yapılardan oluşmuştur. Ayrıca erkeğin üremedeki rolü kadına göre daha basittir.
Kadın üreme sistemi
Kadın üreme sistemi, erkek üreme sistemine göre daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Dişi üreme sistemi dişi üreme hücresi olan yumurta üretimini, döllenmeden sonra zigotun taşınması, beslenmesi ve gelişen embriyonunun korunmasını sağlar. Ayrıca meme bezleri salgısı ile doğumdan sonra bebeğin beslenmesi sağlanır.
Organizasyonu
Dişi üreme sistemini meydana getiren organlar dış ve iç üreme organları olarak iki kısımda incelenir.
Dış üreme organlarının tümüne birden vulva adı verilir. Bunlar; büyük ve küçük dudaklar, klitoris, kızlık zarı ve vajina girişidir.
İç üreme organları; vajina, rahim (uterus), yumurtalıklar (overler) ve fallop tüpleri,

İç üreme organları
Vajina
Üretra ve mesanenin arkasında ve rektumun önünde yer alır. Rahim ile dış ortam arasındaki bağlantıyı sağlayan boru şeklinde, esnek ve 8-10 cm kadar olan bir organdır. Vajinal duvar düz kaslardan ve fibroelastik bağ dokusundan oluşur.
Cinsel birleşmenin olduğu yerdir. Cinsel birleşme sırasında vajina penisin girişini kolaylaştırmak için serviks bezlerinden gelen müköz salgılarla kayganlaştırılır.
Vajina asidik bir ortama sahip olması sayesinde bakteriyel infeksiyonların önlenmesinde de önemli yere sahiptir.
Doğum sırasında bebek buradan geçerek dünyaya gelir.


Rahim (uterus)
Mesanenin arka kısmında ve rektumun önünde yer alan şeklinde kasl ve bağ dokusundan oluşmuş bir organdır. Yaklaşık 7-8 cm uzunluğunda, 40-50 gr ağırlığında olan bu organ tersine duran bir armut görüntüsüne benzer. Geniş olan üst kısmına fundus, alt kısmına ise serviks denir. Fundus uterin tüplerinin açıldığı, serviks ise vajinaya açılan kısımdır.


Uterus dıştan içe doğru 3 tabakadan oluşur;
En dış tabaka perimetriumdur ve uterusu iki geniş ligamentle pelvisin yan duvarlarına tutturur.
Orta tabaka olan miyometrium kaslı bir yapıya sahiptir. Doğum sırasında bu kaslı yapı sayesinde gerçekleşen kasılmalar bebeğin geçişini kolaylaştırır. Ayrıca miyometrium kadın orgazmında da kasılır.
En iç tabaka ise endometriumdur. Bu tabaka her ay çocuğun yerleşmesi için östrojen hormonu etkisi ile kalınlaşır. Progesteron hormonu ise zigotun alınmasını ve beslenmesi için gerekli olan hazırlıkları sağlar. Her bir siklus sonunda gebelik olmazsa aylık kanama (menstruasyon, regl, adet kanaması) şeklinde dışarı atılır. Kanam sonucunda endometrium kendisini yenilemek için yeni bir siklusa başlar.

Bebeğin anne karnındaki gelişimi uterusta olur. Gebelik döneminde uterus bebeği, çevresindeki sıvıyı bebeğin büyümesine imkan sağlayacak şekilde barındırır ve büyüyerek tüm karın boşluğunu kapsar.

Fallop tüpleri (uterin tüpleri)

Uterusun iki yanından çıkıp yumurtalıklara doğru uzanan bu tüpler 10 cm uzunluğunda olup yumurtalıklardan atılan yumurtayı ovaryumdan uterusa (rahime) iletir. Bu yumurtaların erkek üreme hücresi tarafından yakalanıp döllenmesi tüplerde gerçekleşir ve döllenmiş yumurta da bu tüpler aracılığıyla uterusa iletilir.
Yumurtalıklar (ovaryum)
Rahmin her iki yanında yer alan, gri-pembe renkli, badem şekilli yassı ve oval 6-8 gr ağırlığında iki organdır.
Ovaryumun başlıca fonksiyonu yumurta (ovum) ve dişi eşey hormonları olan östrojen ve progesteron üretmektir. Ayrıca hipofizin ön lobundan salgılanan folikül stimüle edici hormonu kontrol eden ihibini (baskılayıcı) salgılar.
Dış üreme organları
Dış üreme organlarının tümüne birden vulva adı verilir.
Büyük dudaklar (labia majör)
Vulvanın dışındaki en belirgin kısımdır ve ik kalın deri katlanması şeklindedir. İçlerinde ter ve yağ bezleri, kan damarları ve sinirler bulunur. Puberteden sonra burası kıllanır.
Küçük dudaklar (labia minör)
Büyük dudakların hemen altında yer alan iki küçük deri kıvrımıdır. Vajina girişini çevreleyen bu kısım kılsız, ince ve kan damarlarınca zengindir.
Klitoris
Vulvanın üst kısmında, küçük dudakların bittiği yerde bulunur. Klitorisin hemen altında idrar deliği, onun da altında vajina girişi bulunur. Kan damarlarının yoğun olarak bulunduğu klitoris, cinsel birleşme esnasında sertleşip duyarlılığı sağlayarak kadın orgazmında önemli rol üstlenir.
Kızlık zarı ( himen)
Vajina girişinden hemen sonra yer alır. Bağ dokusu ve damarlardan oluşmuş bu zarın dayanıklılığı kişiden kişiye değişmektedir. İlk vajinal cinsel ilişki sırasında zarda zedelenme ve yırtılma olur. Bu esnada bir miktar kan gelir. bazı kızlarda bu zar çok sağlamdır ve bazen doğum yapana kadar yırtılmayabilir.
Adet Döngüsü
Adet döngüsü ergenlik dönemiyle başlayıp menopoz dönemine kadar devam eden bir süreci kapsar. Ergenlik döneminde beyinden gelen uyarılarla yumurtalıklardan östrojen ve progesteron denilen ve adet döngüsünü düzenleyen hormonlar salgılanır. Ergenlikle beraber yumurtalıklarda doğuştan var olan yumurtaların her ay biri olgunlaşarak vücuttan atılır. İlk adet görme yaşı kişiden kişiye değişir ve 9 ile 16 arası herhangi bir yaşta görülebilir.

Rahim iç yüzeyinde her ay olgunlaşmış yumurtanın , gelip yapışmasına ve buradan beslenmesi için damarlanmasını sağlayacak bir tabaka oluşur (endometrium) ve eğer döllenme yoksa bu duvar görevini tamamlayıp yerini alttan gelen yeni dokuya bırakarak dökülür, rahimden dışarıya atılır. Her ay aynı şekilde tekrarlanan bu işleme adet kanaması (menstrüasyon, regl, aybaşı) denir.
Bileşik bir hormon grubu tarafından işareti verilen ve beyin tarafından kontrol edilen bu süreç, genellikle gebelik hariç, her ay gerçekleşir. Kadınlar, yeni bir yumurtanın oluşmasından önce adet görürler.
Bir adet döngüsü ortalama 28 gündür fakat, bu kişilere göre değişebilir. Adet döngüsünün 21 ile 35 gün arasında olması normaldir. Adet döngüsü, çeşitli uzunluklarda olabilir.

Meme dokusu

Memeler ergenlik dönemi başlayana kadar kızlarda ve erkeklerde aynı büyüklüktedir. Ancak kızlarda ergenlik dönemiyle beraber salınan östrojen hormonunun etkisiyle hızla büyürler.

Meme büyüklüğü, genetik yapı, vücudun yağ oranı ve büyüklüğüyle yakın ilişkilidir.
Memeler, bebeğin belli bir süreye kadar besin ihtiyacını karşılamak için süt üretir ve salgılarlar. Ayrıca memeler cinsel uyarılmada da etkilidir.
İç yapısında salgı bezleri, yağ ve bağ dokusu bulunur. Meme dokusu içerisinde üretilen sütün dışarı taşınması için çok sayıda süt iletim kanalları bulundurur.

Erkek üreme organları

Erkek üreme sisteminin dış organları penis, skrotum ve testislerdir. İç organlar ise vas deferens, üretra, prostat bezi ve seminal veziküllerdir. Erkeğin genlerini taşıyan sperm testislerde yapılır ve seminal veziküllerde depolanır. Cinsel ilişki sırasında sperm meni adı verilen bir sıvının içinde vas deferensten sertleşmiş penise taşınır.
Penis
Penis hem cinsel birleşme, hem de idrar boşaltma organıdır. Penis başı, ince bir zarla çevrilmiş süngerimsi yapıdadır. Penis başının deri rengi koyu olup, uç kısmında idrar deliği bulunur.

Penis gövdesinin büyük bir bölümü erektil (sertleşebilen) dokudan oluşan üç silindirik alandan (sinüsler) meydana gelir. Büyük olan iki alan (korpus kavernosum) yanyanadır. Üçüncü sinüs olan korpus spongiosum (süngersi cisim) üretranın çevresini sarar. Bu alanlar kanla dolunca penis büyür, dikleşir ve sertleşir (ereksiyon).

Skrotum (Erbezi kesesi, torbalar)

Skrotum penisin alt kısmında yer alan, içerisinde yumurtalar ve sperm kanallarının bir kısmının bulunduğu ince kırışık derili kesedir .
Testisleri sarar, korur, darbelerde ve sıkışmalarda yumurtaların zarar görmesini engeller.
Skrotum testisler için bir ısı kontrol sistemi olarak görev yapar; spermlerin normal gelişmesi için testislerin vücut sıcaklığından biraz daha düşük ısıda (35ºC) olması gerekir. Skrotum duvarındaki kaslar gevşeyip kasılarak testisler için uygun ısıyı sağlarlar

Testisler (Erbezleri, yumurtalar)
Skrotumun içinde bulunan testisler bir kordon vasıtasıyla vücuda bağlanmışlardır. Bu kordonun içinde damarlar, sinirler ve sperm kanalı bulunur. Testisler sperm yapımı ve testosteron (başlıca erkek seks hormonu) sentezini gerçekleştirirler.



Vas deferens (Meni kanalı)

Epididimden spermi alıp taşıyan kordon benzeri bir kanaldır.


Her bir testisten çıkan kanal prostatın arkasından yukarı çıkar ve üretraya girerek ejakülasyon kanallarını oluşturur. Vas deferense paralel giden kan damarları ve sinirler gibi diğer yapılar bir arada sperm kordonunu oluşturur.


Epididim

Testislere bitişik olan epididim yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir tüp yumağıdır. Testislerden spermi alır ve spermin olgunlaşmasına elverişli bir ortam yaratır. Sol testis sağdakine göre biraz daha aşağıdadır.
Prostat bezi
Pelviste mesanenin hemen altında yer alır ve üretranın orta bölümünü çevreler. Genellikle ceviz büyüklüğünde olan bu bez yaşla birlikte büyür. Prostat ve üstündeki seminal veziküllerde spermin beslenmesini sağlayan bir sıvı yapılır. Bu sıvı spermin ejakülasyon sırasında içinde bulunduğu salgı olan meninin hacminin büyük bir bölümünü oluşturur. Meninin içerdiği diğer sıvılar vas deferens ve penis başındaki müköz bezlerden gelir.

Üretra (İdrar Yolu)

Bu kanal idrarı mesaneden aşağı taşıyan idrar yolunu ve üreme sisteminde meninin dışarı atıldığı bölümü oluşturur.

Erkekde cinsel işlev
Cinsel aktivite sırasında penis sertleşir ve dikleşir (ereksiyon), cinsel ilişki sırasında girişe olanak verir. Ereksiyon nörolojik, damarsal, hormonal ve psikolojik eylemlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu gerçekleşir. Duyulardan kaynaklanan zevk veren uyaranlar beyinde bir reaksiyona neden olur. Beyin omurilikten aşağıya penise sinir sinyalleri gönderir. Korpus kavernosumlar ve korpus spongiosuma kan getiren atardamarlar buna genişleyerek yanıt verir. Atardamarların genişlemesi bu alanlardaki kan akımının dramatik olarak artmasına, bu alanların kanla dolup şişmesine yol açar. Normal olarak penisten dışarı kan akımını sağlayan toplardamarların çevresindeki kaslar kasılarak dışarı kan akımını yavaşlatır. Penisteki kan basıncının yükselmesi boyu ve çapının artmasına neden olur.Cinsel heyecanın doruğunda, glans penisteki sürtünme ve diğer uyaranların beyin ve omuriliğe sinyaller göndermesiyle ejakülasyon (boşalma) meydana gelir. Sinirler epididim ve vas deferens, seminal veziküller ve prostat çevresinde kasların kasılmasını uyarır. Bu kasılmalar meninin üretraya geçmesini sağlar. Üretranın çevresindeki kasların kasılması meniyi daha da ilerletir, penisten dışarı atılmasına neden olur. Meninin mesaneye geri dönmesini engellemek üzere mesane boynu da büzülür. Ejakülasyon gerçekleştikten (ya da uyarı durduktan) sonra atardamarlar büzüşür, toplardamarlar gevşer. Bu kan akımını azaltır, kanın dışarı akımını artırır, penis yumuşar.

Üreme fizyolojisi ve Gebeliğin oluşması

Üreme olayı sayesinde canlılığın devamı sağlanır. Türün devamlılığı iki ayrı cins tarafından gerçekleştirilir.
İnsanların üreyebilmesi için cinsel ilişki sırasında vajinaya boşalan spermlerin (erkek üreme hücrelerinin) fallop tüplerinde dişi yumurta hücresini döllemesi gerekir.
Gebelik erkek üreme hücresi olan sperm ile dişi yumurta hücresinin birleşmesiyle başlayan bir süreçtir.
Yumurtlama kadınlarda bir sonraki adet kanamasından iki hafta önce olur. Dişi yumurta hücresi yumurtalıklardan ayrıldıktan sonra 12-24 saat canlı kalırken, spermler rahim boynundaki kıvrımlarda ortalama 6 gün kadar canlı kalırlar. Testislerde her gün milyonlarca sperm üretilir, ancak bunlardan sadece bir tanesi dişi yumurta hücresi ile birleşme şansına sahiptir.
Cinsel ilişki esnasında erkeğin penisinden spermler rahim boynuna yakın bir alana boşaltılır daha sonra da rahimden fallop tüplerine doğru hareket ederler.
İşte hareket yeteneğine sahip olan spermlerden bir tanesinin dişi yumurta hücresiyle birleştiği anda gebelik başlar. Dişi ve erkek üreme hücrelerinin çekirdeklerinin birleşerek yeni bir hücre oluşturmasına döllenme denir. Bu birleşmenin gerçekleştiği yer fallop tüpleridir.
Döllenmiş olan yumurta hücresi 8-9 gün içerisinde çoğalıp bir hücre yumağı haline gelir ve rahim içine ulaşır. Bu hücre yumağına embriyo denir. Embriyo rahim içine ulaştıktan sonra endometriyumu yani rahim duvarını eriten bir enzim salgılayarak bir kovuk oluşturur ve bu kovuğun içine yerleşir. Burada hücreler daha hızlı çoğalmaya başlar ve anne karnından plasenta adı verilen bir damar yumağı sayesinde beslenir. Embriyo döneminde (ilk 12 hafta) gebeliğin sürdürülmesinden yumurtalıklardan salgılanan progesteron hormonu sorumludur. İlk 12 haftadan sonraki dönemde henüz doğmamış olan bebek fetus olarak adlandırılır. Bu süre içinde büyüme gerçekleşir. Bu dönemde plasentanın salgıladığı hormonlar ile gebeliğin devamlılığı sağlanır
.


Sosyal bilimleri oluşturan bilim dalları nelerdir?

Sosyal bilimler başlığı altında genellikle aşağıda listelenen bilim dalları incelenir. Bununla birlikte bu dalların bir kısmı diğer akademik disiplin gruplarının da altında yer alabilir.

Antropoloji
(Latince: anthrop- "insan, adam" ve logia "bilim"; anthropologia, tarih: 1593[1]), insanın ve insanlığın incelenmesini konu alan bilim dalıdır.
İki anlamda holistiktir: tüm zamanlarda yaşamış olan veya yaşayan tüm insanlara ilişkindir ve insanlığın tüm boyutlarını kapsar. Prensipte, tüm toplulukların tüm kurumlarıyla ilgilenir. Antropoloji özellikle kültürel görecelilik, bağlamın derinlemesine incelenmesi ve kültürler-arası karşılaştırmalara verdiği önem ile diğer sosyal disiplinlerden ayrılır.
Antropoloji metodolojik açıdan çok zengindir ve hem nitel metotları hem de nicel metotları kullanır. Antropoloji disiplinin tarihinde etnografiler önemli bir yer tutmuş ve bir anlamda odağı oluşturmuştur. Bununla birlikte özellikle 20. yüzyılda etnografik çalışmaların ve etnografik ilgi odaklarının farklı antropoloji alt-dallarında farklı eğilimler gösterdiği görülebilir. Örneğin tıbbî antropoloji’de 20. yüzyılın ortalarında çalışma odaklarında küçük topluluklardan, modern Batı toplumlarına doğru bir kayış olmuştur.

İktisat veya ekonomi, üretim, dağıtım, tüketim, ticaret, değişim ve bölüşüm ile ilintili etkinliklerin bütünü ile, bu etkinlikleri inceleyen bir bilim dalıdır.Bir etkinlikler bütünü olarak iktisat ya da ekonominin yapısı, uygarlık tarihi ve toplumsal yapılanmalar ile yakından ilişkilidir.Daha genel olarak iktisat toplumların nasıl zenginleşeceği ve refah seviyelerinin artacağı sorusuna cevap arar. Bu süreçte izlenecek politikalar , işsizlik , enflasyon , üretim düzeyi gibi kavramlar iktisatın inceleme alanına girer.

Coğrafya,
İnsanlar ve yer (mekân) ile bunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimdir. Yer ve insanlar arasındaki ilişkiler coğrafyanın konusunu oluşturur. Coğrafya sözcüğü Yunanca gaia (yeryüzü) ve gráphein (yazmak,tasvir etmek) sözcüklerinden türemiştir.
Gregg ve Leinhardt (1994), coğrafyayı 4 özellikle karakterize edilen bir disiplin olarak tanımlamaktadırlar.

Tarih,
Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.Tarih tekrarlanamadığı için deney ve gözlem yöntemi kullanılamaz.
Araştırma alanı olarak, tarih insan kayıtlarına, yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin, tarihe ilişkin güncel düşünce çerçevesiyle yorumlanmasıyla oluşur.
Tarih kelimesinin Batı dillerindeki tüm karşılıkları Grekçe istoria, istorien sözcüğünden gelmektedir. (Latince: his-toria, İtalyanca: storia, Fransızca: histo-rie, İngilizce: history, Almanca: Histo-rie). İyonya lehçesinde bildirme, haber alma yoluyla bilgi edinme anlamlarında kullanılan kelime, Attika lehçesinde görerek, tanık olarak bilme anlamlarının yanı sıra çok daha geniş bir anlam içeriğiyle fizik, coğrafya, astronomi, bitki ve hayvan bilgisi ve hatta giderek doğa bilgisini kapsayacak şekilde kullanılmıştır.

Dilbilim,
Dilleri inceleyen bilim dalıdır. Bu incelemeyle ilgilenen kişiye dilbilimci denir. Dilbilim, teorik de uygulamalı da olabilir.
Genel (veya kuramsal) dilbilim dillerin yapılarını (dil bilgisi), ve anlamlarını (anlambilim) inceler. Dil bilgisinin incelenmesi, biçimbilim (sözcüklerin oluşumu ve değişimi) ve söz dizimini (sözcüklerin ifade veya cümle oluşturmak için bir araya getirilmesi ile ilgili kurallar) kapsar. Dili sesler aracılığıyla ifade etmek için kullanılan sistem olan ses bilimi de bu alanın bir parçasıdır.
Siyaset bilimi, politika bilimi yada politoloji, siyasal teorileri ve siyasal teorilerin pratiklerini inceleyen, siyasal sistemlerin ve siyasal davranışlar alanıyla ilgilenen bir sosyal bilim alanıdır. Siyaset bilimi; devletin ve siyasal sürecin olan ve olması gereken bakımından incelenmesiyle meşguldür.

Psikoloji
(Yunanca ψυχολογία, psihologia: Ruh bilimi), insan davranışlarını ve zihinsel süreçleri inceleyen bilim dalıdır. Ruhbilim Yunanca ruh anlamına gelen psykhe deyimiyle bilgi anlamına gelen logos deyiminden yapılmıştır. Antikçağ Yunanca'sında psukhê deyimi duysal ruh anlamına geliyordu. Dilimizdeki ruhbilim deyimi de bu anlama uygundur ve özellikle ruh'la tin deyimleri arasındaki anlam ayrılığını göz önünde tutmuştur. Bu anlamda ruhbilim deyimi, canlı örgenliğin bedensel yanını inceleyen bilimi dilegetiren fizyoloji deyimine karşı olarak canlı örgenliğin ruhsal yanını inceleyen bilimi dile getirir.
İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bilim. Bir grubu, bir bireyi belirleyen hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü. Davranışsal. düşünüş, davranış biçimi. Psikolojinin tanımı,gözlenebilen,ölçülebilen insan ve hayvan davranışlarıdır. Psyche + Logos kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Psyche ruh anlamına gelir, logos da bilim/bilgi demektir. Psychelogos yani Psikoloji kelime anlamıyla "ruhbilim"dir.

Toplum bilimi, sosyoloji:
(İngilizce sociology, sosyoloji) toplum ve insanın karşılıklı etkileşimi üzerinde çalışan bir bilimdir. Toplumsal (sosyolojik) araştırmalar sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki temaslardan küresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Bu disiplin insanların neden ve nasıl bir toplum içinde düzenli yaşadıkları kadar bireylerin veya birlik, grup ya da kurum üyelerinin nasıl yaşadığına da odaklanmıştır.
Toplum bilimi alanında çalışan bir kişiye de toplum bilimci (sosyolog) denir. Bir akademik disiplin olarak toplum bilimi bir sosyal bilim olarak kabul edilmektedir ve 19. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde gelişmiş diğer bilim dalları ile karşılaştırıldığında görece olarak gençtir. Bir çok sosyolog bir veya daha fazla uzmanlık alanında veya altdallarında çalışmaktadır.

Müzikoloji
Müzik bilimidir. En geniş anlamıyla müzikle ilgili her türlü bilgi alanını araştıran bir bilim dalıdır. Bazılarına göre müzikte "icra ve bestecilik dışındaki tüm dalları kapsar" yaklaşımı eksiktir. Çünkü müzikoloji "icra ve besteciliği" de kapsayan bir bilim alanıdır. Tarih bilimleri, Felsefe bilimleri gibi çoğul kullanım olamayacağı gibi "müzik bilimleri" gibi bir kullanım da doğru değildir.
Günümüzde, özellikle Kuzey Amerika'da anlam değişikliğine uğramış ve müzik tarihinin incelenmesi olarak algılayanlar olmuştur. Bununla birlikte genellikle, müzikoloji yani müzik bilimi, bilimler sınıflandırmasında bağimsız bir bilim alanının adı olarak kabul edilmektedir. Müzikolojinin alt dalları olan "müzik teorisi", "müzik tarihi" ve "etnomüzikoloji"nin 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bağımsızlıklarını ilan etme çabaları olmuşsa da, bugün bu üç dal hala müzikolojinin alt başlıkları olarak değerlendirilmektedir. Hatta etnomüzikolojiyi müzik tarihinin içinde görüp ayrı bir araştırma alanı olarak kabul etmeyenler de vardır.

Arkeoloji;
Yunanca arkheos (eski) ve logos (bilim) kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilmiş bir kelimedir ve "eskinin bilimi" anlamını taşır.Sıkça yapılan yanlışla "kazıbilim" demek değildir.Kazı arkeolojinin en önemli bilgi toplama yöntemlerinden biridir ancak başlı başına bir bilim kesinlikle değildir.Arkeolojiyi tanımlarken öncelikle bu ayrımı iyi yapmak gerekir.

Filoloji
Eski Yunanca'da philos (sevgi) ve logos (bilgi) sözcüklerinin birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. "Bilgi sevgisi" anlamındadır. Ancak sözcük, bir dilin ya da dillerin arasındaki ilişkileri, o dillerin tarihsel gelişimlerini ve yapısını inceleyen bir bilgi dalının adı olarak kullanılmıştır. "Betikbilim" olarak da adlandırılmaktadır.
Filoloji; yazılı belgelerin geçerliğini, gerçek olup olmadıklarını araştıran tarihsel bir bilimdir. Filoloji çalışmalarında, üretildikleri dönemlere ait eski metinleri yeniden oluşturmaya çalışılır. Üretildikleri dönemlerin etkileri, kaynakları araştırlıır, özgün metinler çözülmeye ve yeniden oluşturulmaya, bu arada taklitlerini saptanmaya ve değerleri ölçülmeye çalışlır. TDK güncel sözlüğünde karşılığı Dil Bilim olarak verilmiştir. Tarihte ki anıtlarda, alfabelerde kullanılan dilleri çözümlemede de kullanılır

Hukuk,
Toplumun genel menfaatini veya fertlerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür. Daha yaygın bir tanımıyla hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir.
Hukuk kelimesi Arapça "hak" kökünden gelir ve hak kelimesinin çoğulu olarak bilinmektedir (galat-ı meşhur). Arapçda "hak" kelimesinin çoğulu "ah'kak"tır. Türk Dil Kurumu'na göre hukuk kelimesi, "Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür". Bunun dışında hukukun "haklar" anlamı da vardır. Mecazi anlamda ise, ahbaplık, dostluk anlamında da kullanılır.

İletişim Bilimi:
İletişim 19.yüzyılda olduğu gibi 20.yüzyıla da damgasını vurdu. 21.yüzyıla da vuracak gibi görünmektedir. Kuşkusuz ki, büsbütün karmaşık bir hal alan sosyo-kültürel, siyasi ekonomik çevresini kavramak amacıyla medyayı kullanan 19.yy.'ın yurrtaşbireyinin ya da 21.yy.'da kişisel bilgisayarından evrene 'acilleti'ler gönderen kişinin yaşamındaki iletişimin önemi, avını alt eden ilkel insanın çığlıklarının yaşamsal öneminden daha az değildir. Dolayısıyla iletişimin yaşamsal anlamı, zaman ve mekana göre değişmemiştir. Ancak görünen o ki, 'ne menem bir şey' olduğu, her geçen gün daha fazla merak edilmekte, daha fazla ilgi konusu olmaktadır.

Eğitim bilim(ler)i,
Toplumsal evreni oluşturan çeşitli eğitimsel dünyalara (kurumsal, bireysel, topluluğa ilişkin) ait yapıları derinlemesine incelemeyi; aynı zamanda, bunların değişimini ve/veya yeniden üretimini sağlama eğilimini gösteren mekanizmaları ortaya çıkarmayı ve açıklamayı amaçlayan bir disiplindir (bilim dalıdır). Eğitim bilimleri alt disiplinleri şunlardr:

Eğitim programları ve öğretim
Eğitim psikolojisi
Eğitim hukuku
Eğitim yönetimi
Eğitimde ölçme ve değerlendirme
Eğitim ekonomisi ve planlaması
Eğitim ekonomi politiği
Halk eğitimi (yetişkin eğitimi)
Özel eğitim


Siyaset bilimi,
politika bilimi yada politoloji, siyasal teorileri ve siyasal teorilerin pratiklerini inceleyen, siyasal sistemlerin ve siyasal davranışlar alanıyla ilgilenen bir sosyal bilim alanıdır.Siyaset bilimi; devletin ve siyasal sürecin olan ve olması gereken bakımından incelenmesiyle meşguldür.

Uluslararası ilişkiler
Uluslararası ilişkiler siyaset biliminin bir dalıdır ve "uluslararası sistem" içindeki aktörlerin, özellikle de uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen devletlerin, diğer devletlerle, uluslararası/bölgesel/hükümetlerarası örgütler, çok uluslu şirketler, uluslararası normlar ve uluslararası toplumla olan ilişkilerini inceleyen disiplinlerarası bir disiplindir.

Disiplinlerarası bir disiplin olması sebebiyle siyaset bilimi, iktisat(uluslararası iktisat, uluslararası politik ekonomi), tarih (siyasi tarih), hukuk (anayasa hukuku, yönetim hukuku ve özellikle uluslararası hukuk), felsefe (siyaset felsefesi ve etik), sosyoloji, psikoloji, coğrafya, antropoloji gibi pek çok farklı disiplinden faydalanır.

Uluslararası İlişkilerin çalışma alanı oldukça geniştir. Küreselleşme ve bu olgunun uluslararası topluma ve devlet egemenliğine etkisi, sürdürülebilir kalkınma, nükleer yayılma, terörizm, organize suç, milliyetçilik, insan hakları, çevre sorunları, güvenlik ve insan kaçakçılığına kadar pek çok konuyu uluslararası düzeyde inceler.

Çekimli fiil nedir,özellikleri,çeşitleri nelerdir?

Çekimli fiilin bölümleri;
- Fiil kökü
- Kip eki
- Şahıs eki

Çekimli Fiil
Mastar halinde bulunan fiile yapım ekleri getirilerek yani zaman ve sahış ekleri getirilerek fiili başka kalıplara sokmaya denir.

gitmek
gidiyorum
gidiyorsun
gidiyor
gidiyoruz
idiyorsunuz
gidiyorlar

Bu, konuyu anlaman için bir örnekti
Sorunun cevabı A şıkkı

ağaç yaş iken eğilir----> eğil-mek--Fiil
at binicisini tanır----> binici-bin-mek- Fiil
ağır gitki yol alasın---->alasın-al-mak-Fiil

A akıl akıldan üstündür----Bu cümlede fiil bulunmuyor.

Atatürk'e mektup nasıl yazılır?

Atam!,
Sen tüm zorluklara göğüs germiş, yılmadan, bıkmadan çalışmış, kendi menfaatlerini düşünmeden halkı için çalışmış büyük bir öndersin. Sen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürksün.
Bazen seni düşünüyorum; çünkü seni anlamak istiyorum. Bütün bu yaptıklarını nasıl başardın diye bir defa daha düşünüyorum. Dediğin sözü hatırlıyorum sonra, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” Evet Atam… Bir Türk dünyaya bedeldir.
Seni çok özlüyorum Atam. Keşke yanımda olsaydın, ellerinden öpebilseydim. Sen hepimizin, Türk milletinin kalbinde yaşıyorsun.
Sana layık olabilmek için çok çalışıyorum Atam. Bize emanet ettiğin cumhuriyete sahip çıkabilmek için… Diyorum ki, “ Bir Türk neyin üstesinden gelemez ki? Bütün zorluklara rağmen başarma ve kazanma azmini kendimde buluyorum. Muhtaç olduğum kudretin damarlarımdaki asil kanda mevcut olduğunu biliyorum.
Atam! Ben, dünyanın her yerinde barış olsun istiyorum. Senin dediğin gibi “Yurtta sulh, cihanda sulh” olsun istiyorum. Savaşlarda hiç suçu olmayan masum insanlar, çocuklar, anneler, babalar ölüyor. Daha fazla toprak kazanabilmek için yapılan haksızlıklara tahammül edemiyorum.
Sen, sanata ve kültüre çok önem verirdin. Bir sözünde “Türk milleti, Türk sanatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişecektir.” diyorsun. Gelişiyoruz Atam; eğitimde, sanatta, ekonomide, ticarette başarılı işlere imza atıyoruz.
Keşke yanımızda olsaydın, sana sıkı sıkı sarılabilseydim. Sana sonsuz teşekkürlerimi sunabilseydim. Bu mektubu sana gönderebilmeyi ne kadar isterdim bilemezsin.
Atam, şunu bil ki kanımın son damlasını vatanım için feda edebilirim. Türküm ve bununla gurur duyuyorum.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Şiir'de, Kafiye ve Redif ile ilgili test sorusu

1)

Bir münasip dostum olsa sırrım açar idim
Harc edüp eldeki varım cümleden geçer idim
Tuti dilin agu verse nûş edip içer idim
Aşıklara ölüm gelmez tatlıdır ballar gibi

Yukarıdaki dörtlüğün uyağı, uyak örgüsü ve redifi sırasıyla aşağıdakilerden hangisinde doğru verilmiştir?

A) Yarım uyak, aaab, -idim B) Zengin uyak, abaa, -idim
C) Tam uyak, aaab, -ar idim D) Tam uyak, aaba, -idim
E) Yarım uyak, aaab, -ar idim


2)

Yücesine çıktım baktım engine
Ovasının köpüklenmiş selleri

Yukarıdaki dizelerle

I. yiğit olan
II. kendisine güldürür
III. hep elleri
IV. düşmez ise dengine

Bu parçalar kullanılarak çarpraz uyak düzeni oluşturulmak istense son iki dizenin sıralanışı aşağıdakilerden hangisi olur?

A) III. - IV. B) I. - II. C) II. - III D) I. - IV E) II. - IV
II. - I IV. - III I. - IV II. - III I. - III


3)

Bana nispet çıkmış yolun üstüne
Samur kürk giyinmiş alın üstün
Taramış saçların belin üstüne
Bir elma yanaklı sim gerdanlıdır

Yukarıdaki dörtlük için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) 11'li hece ölçüsü kullanılmıştır.
B) Ulama yapılmıştır.
C) Redif kullanılmıştır.
D) Düz uyak örgüsü kullanılmıştır.
E) Zengin uyak kullanılmıştır.

4) Aşağıdakilerden hangisinde redif kullanılmamıştır?

A) Düştüm ateşlere durmaz yanarım
İçip aşkın dolusundan kanarım

B) Ne yaman bahçeli güllü goncalı
Sinemi vurdu bir kirpiği kancalı

C) Gördü gözüm kabul ettim ölümü
Geldi geçti hiç sormadı halimi

D) Ne güzel yetmiş de dostumun bağı
El vurup gülleri dermenin çağı

E) Altı kardeş idik bindirdik ata
Kızılırmak' varınca oldu bir hata

5)Aşağıdaki dizelerin hangisinde farklı bir uyak kullanılmıştır?

A) Kurtlarla düşmüşüm dağa
Kurt sesim ulaşmaz çağa

B) Çınlasın çağrılarla çın çın da çın
Çağ yıkarmış kaçın bulutlar kaçın

C) Ağam oğlan beyim oğlan
Canım olsun sana kurban

D) Bize mesken oldu kahveler hanlar
Yarin meclisinde oturan canlar

E) Aşk ile kendime biçtim kefenim
Dolayıp boynuma taktım resenim

6)Aşağıdakilerden hangisinde uyak kullanılmamıştır?

A) Elindeki kınası soldu mu ola
Evde kaynatası duydu mu ola

B) Sabah olsun tan yerleri ışısın
Çiğ düşünde gül goncalar üşüsün

C) Yeşil ördek gibi daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere

D) Ak gerdanda benler zer- nişanlıdır
Zülfünün telleri pek reyhanlıdır.

E) Çek deveci develerin yokuşa
Deli oldum o sendeki bakışa

7)

Yaktı beni aşk oduna o, yanmaz
Seher oldu, feryadımdan uyanmaz

Yukarıdaki beyitte görülen uyak çeşidi aşağıdakilerden hangisinde vardır?

A) Bir üstada olsam çırak
Bir olurdu yakın ile ırak

B) Kemiğimi kavursalar
Harman gibi savursalar

C) Torunuyuz bir dedenin
Tohumuyuz bir bedenin

D)Hak yoluna gidenlerin
Ey pir vasfın erenlerin

E) Asa olsam ellerine
Kurban olsam dillerine

8)

Her şey yerli yerinde,havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan

Yukarıdaki dizelerle

I. sarmaşıklar ve böcek sesleri
II.eşya aksetmiş gibi tılsımlı
III. sarmış evi
IV. bir uykudan

Bu parçalar kullanılarak sarma uyak oluşturulmak istense son iki dizenin sıralanışı aşağıdakilerden hangisi olmalıdır?

A) III. - IV. B) I. - II. C) II. - III D) I. - IV E) II. - IV
II. - I IV. - III I. - IV II. - III I. - III


9)

Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu

Yukarıdaki dörtlük için aşağıdaki dörtlük için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Redif kullanılmıştır. B) Ulama yapılmıştır.

C) Sarma uyak vardır. D) II. ve III. dizelerde zengin uyak vardır.

E) I. ve IV. dizelerde tam uyak vardır.

10)

I. Yaramaz geldi kim bilir nereden
II. Baktım avare bir küçük kelebek
III. Belli yorgundu; bir veremli çiçek
IV. Mavi bir gölge uçtu pencereden

Yukarıda numaralanmış dizeler aşağıdakilerden hangisine göre sıralanırsa çarpraz uyak oluşur?

A) IV. - I. - II. - III. B) IV. - II. - I. - III. C) II. - III. - I. - IV

D)II. - III. - IV. - I. E) I. - IV. - III. - II.

11) Aşağıdakilerden hangisinde cinaslı uyaklı vardır?

A) Düşün ki haşr olan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız çetin

B) Ey kimsesizler el veriniz kimsesizlere
Onlardır ancak el verecek kimse sizlere

C) Günlerdir ne gördüm ne de bir kimseye sordum
Ya Rab! Hele kalp ağrılarım dindi diyordum

D) Kardır üstümüze yağan geceden
Yağmurlu, karlı bir düşünceden

E) Bir taze bahar alemi seyretti felekte
Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te

12)

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için,
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin

Yukarıdaki beyitin uyak çeşidi aşağıdakilerden hangisidir?


A) Yarım uyak B) Zengin uyak C) Tam uyak
D) Tunç uyak E) Cinaslı uyak

13)

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım uymaz öyle her saza
En güzel türküyü bir kurşun söyler

Yukarıdaki dörtlük için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Zengin uyak kullanılmıştır.
B) Tam uyak kullanılmıştır.
C) 11'li hece ölçüsü kullanılmıştır.
D) Redif vardır.
E) III. dizede dört ayrı yerde ulama yapılmıştır.

14)

Kapandım yatağa son çare diye
Yepyeni bir dünya etti hediye

Yukarıdaki beyitin uyak çeşidiyle aşağıdakilerden hangisi aynıdır?

A) Bu nasıl bir dünya hikayesi zor
Bütün bu kâinat muşamba dekor

B) Nesin sen? Hakikat olsan da çekil
Otursun yerine bende her şekil

C) Yetiş körlük, yetiş, gözde takma cam
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam

D) Benliğim kazan ve aklım kepçe
Her fikir içimde bir kelepçe

E) Mekanı bir satıh, zamanı vehim
Bütün insanlık yalana teslim

15)

Gözyaşım Fırat gibi coştu, çağladı durdu.
Yüreğim koptu sanki. Canım yanıyor canım
Kara haberin beni habersiz yere vurdu
Ah güzel Erzincan'ım! Vah dertli Erzincan'ım!

Yukarıdaki dörtlük için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) I. ve III. dizelerde redif vardır.
B) Tunç uyak kullanılmıştır.
C) II. ve IV. dizelerde "-nım" lar rediftir.
D) Ulama yapılmıştır.
E) Uyak düzeni çarpraz uyaktır.

16)

Kendi milli gururumu sezerim
Başım gökte, alnım ak gezerim

Yukarıdaki dizelerin uyak çeşidi ve redifleri aşağıdakilerden hangisidir?

A) Zengin uyak, -im B) Tam uyak, -im
C) Zengin uyak, -erim D) Tam uyak, -erim E) Tunç uyak, -im

17)

Bütün şehir nihayetsiz bir sûr içinde
Şimdi çiftler uyuyorlar bu nûr içinde

Yukarıdaki dizelerin uyak çeşidi aşağıdakilerden hangisidir?

A) Zengin uyak B) Tam uyak C) Yarım uyak
D) Cinaslı uyak E) Tunç uyak

18)

Hilâl ürpermişti gûya derinde
Semâ uzaklaşmış gibi yerden
Bu gece şu kavga sâhillerinde
Vahşi bir güzellikti hükmeyleyen


Yukarıdaki dörtlük için aşağıdakilerden hangisi kesinlikle söylenebilir?

A) II. ve IV. dizede redif kullanılmıştır.
B) Sarma uyak şeklinde kafiyelenmiştir.
C) I. ve III. dizelerde zengin uyak kullanılmıştır.
D) I. ve III. dizelerde redif yoktur.
E) Karacaoğlan'a aittir.

19)

Birdenbire düştük gibi bir gizli sevince
Gezdik, yürüdük yan yana rüzgarlar esince

Yukarıdaki dizelerde bulunan uyak çeşidi aşağıdaki dizelerin hangisinde vardır?

A) Kamilin nişanı o güzel huyu
Ona ölçü olmaz bedeni boyu

B) Derdin bedeni ağ gibi sarsa
O müşkül halini gelip de sorsa

C) Aşıklarda hayat gam ile tasa
Böyledir kaderi, değişmez yasa

D) Baharda dağlara çıkmak iyidir
Çıkıp da dağlara bakmak iyidir

E) Azgın deredeki selden uzak dur
Aslı zatı bozuk kuldan uzak dur

20)

I. Doğru konuşurum hiç yalan demem
Gül-zarda rakibe aman tanımam

II. Alır seni ummana götürür
Bir sözüne bin söz ekler yetinir

Yukarıda numaralanmış dizeler için hangisini söylemek doğru olur?


A) I. ve II. dizelerde redif yoktur.
B) I numaralı dizelerde tam uyak vardır.
C) II numaralı dizelerde zengin uyak vardır, redif yoktur.
D) II numaralı dizelerde redif yoktur, uyak vardır.
E) I. ve II. dizelerde uyak yoktur, redif vardır.

Yenileşme dönemini ve bu dönemi etkileyen mordernizm ve modernleşme

Modernleşme devrimci bir süreçtir. ‘Devrimci” sıfatıyla, modernleşmenin kökten ve esaslı değişimleri toplum gündemine getirmesi anlatılıyor. Geleneksellikten modernliğe geçiş, temelli ve önemli değişimler yaratır. Modernleşmeyle birlikte, artık hiçbir şey geleneksel durumda olduğu gibi değildir. Gerek yaşam üslubunda, gerek siyasette ciddi değişimler ortaya çıkar. İşte bu mana- da devrimci bir süreçten söz edilir. XIX. Yüzyılın birinci yarısında, olgu üzerinde düşünenler, eski ve yeni arasındaki farkın önemi ne işaret ediyordu. Yeni bir döneme girildiği, bu yeni dönemde eski usullerle yaşamın devam etmediği ve edemeyeceği belirtiliyordu. Değişimin ne denli köklü bir değişim olduğu, başlangıçtan itibaren özenli ve dikkatli bakışların tespit ettiği bir gerçektir. Modernlik, eğer yarattığı durumlar geleneks karşılaştırılarak düşünülürse, René Char ve Tocqueville’den esinlenerek Arendt’in yaptığı tespite göre, adeta vasiyetten yoksun bir miras’ gibidir. Modernleşmeyle birlikte, toplumların zaman ve mekan anlayışlarında bile, belki özellikle bu iki alanda, gelenek seilikle taban tabana zıt anlayış- lar oluşmakta; birey ve dünya anlayışlarında köklü farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Toplumu toplum yapan kurum ve kav ramların, baştan aşağıya dönü şüm geçirdiklerini belirtelim. Tanzimat kalemlerinden Sadullah Paşa’nın şu dizesinde, geleneksellikten kopuşun yarattığı dehşet olanca çarpıklığıyla görülür: “Yıkıldı belki esasından eski malümat; ne kaldı şöhret-i Rum [Roma] ü Arap, ne Mısr ü Herat”. Keza, Cevdet Paşa da Tezakir’de eski malümatın zamanını açıklamada yetersiz kaldığını açıkça yazar.


Kültürel anlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.

Modernist hareketin 19.yy ortasında Fransa'da ortaya çıktığı kabul edilir. Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir. Modernizm ticaretten felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Modernizme göre 20.yy'ın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıydı, aynı zamanda yeni oldukları için 'iyi' ve 'güzeldi' ve toplum dünya görüşünü bu öngörülere göre gözden geçirip uyarlamalıydı.

Modernizm tanınmış gelenekleri kıran bir sitil anlatmak için kullanılmıştır.Yeni bir çağında duyarlılığına daha yerinde formları yaratmayı amaçlamıştır.

POZİTİVİZM

Positivism, bilim ve bilimsel yöntemin bilgiye ulaşmak için tek geçerli yol olduğunda ısrar eden bir filozofik harekettir. Burada olguların varoluşları (ontoloji) ve bunların dildeki sözcükler yrdımı ile tanımlanması (epistemoloji) ve bu sözcüklerin farklı soyal guruplar tarafından algılanış şekilleri (semantik) özel bir önem taşır. Bilim ve bilimsel yöntem dışındaki bilgilenme şekillerini kabul etmediği için spekülatif felsefe, metafizik ve dinlerle çelişme ve çatışma halindedir. Pozitivizm sosyal ve tarihi olgu olarak dinleri yadsımadığı halde dinler kanalı ile önerilen bilgi ve önerileri geçerli kabul etmez. Bilimin Empirik (deneysel) geleneğinin bir türevi olarak Positivizm, 19. yüzyıl başlarında Comte De Saint-Simon tarafından öne sürüldü. Sonraları Auguste COMTE, Ernst MACH ve diğer filozoflar aracılığı ile 20. yüzyılda da düşünce dünyasındaki etkisini sürdürdü.

Geleneksel ve spekülatif düşünceye karşı olumsuz tavır özellikle Auguste COMTE da gözlenmektedir. COMTE, metafizik ve spekülatif düşünceyi durağan, anlamsız ve yararsız bilgi kaynakları olarak reddetmektedir. COMTE göre dinsel metafizik düşünce insanlığın geri bir dönemine ait olgudur ve bilim insan kavrayışını daha ileri bir düzeye getirmiştir. COMTE insanlığın birlik, uyum ve ilerlemesi için bilim adamlarının yönetiminde bir "Sociocracy" yönetimi öngörmekte idi.

Bir fizikçi olan MACH ın ilgisi ise daha ziyade fiziksel olgular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Gözlem,deneyim ve hipotez paradigmasına oturan fiziksel yaklaşım MACH a göre, gerçek bilgi edinme sürecinin standart modelidir. İnsan gözlemine dönüştürülemiyen her düşünceye kuşkulu olarak bakılmalıdır.

Sosyolojik olguların kendi iç dinamikleri ve genellikle rasyoneller yerine kollektif irrasyonellere bağımlı olmaları, Doğrudan deneyimsel irdelemeye indirgenememeleri Positivizmin toplumsal hipotezlerinin 20. yüzyılda yeniden değerlendirilmesine yol açtı. positivizm felsefe ile ilgisini yeniden tanımlama durumunda kaldı ve bunu bilimsel dilin tanım ve analizine indirgedi. 20. yüzyılın ikinci yarısında dış dünyanın insan aklındaki yansıması ve bunun ne kadar gerçekle uyum halinde olduğu büyük ilgi gördü ve Analitik yöntemleri vurgulayan Mantıksal Pozitivizm (Logical Positivism) akımı doğdu.

20 Ekim 2011 Perşembe

Öğüt verici hikaye örnekleri nelerdir?

Acılar
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile bulusmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı..bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.

Aşkımın Tarifi

Sana nasıl anlatsam bilmiyorum. Ama bildiğim tek ama tek şey seni delicesine çok sevdiğim. Seninle öyle bütünleştim ki ayrılmak değil kopamıyorum senden. Ne seni bırakabiliyorum; ne de kendimi hiçe sayıyorum. Bunların ikisini de yapamıyorum. Çünkü artık düşünemiyorum. Kafama, benliğime o kadar yerleşmişsin ki; seni oradan çıkartmak olanaksız. Belki kendimi küçük düşürüyorum ama sevgide küçük düşme söz konusu olsa bile seve seve senin için her adımı atarım. Seni o kadar çok sevdim ki artık aşkım senden bile öte. Seni sevdiğimi dağlara, taşlara kısacası her yere; bütün kainata haykırmak istiyorum Seni Seviyorum!!

Bu kelime topluluklarını defalarca senin için ama yalnız senin için tekrarlayabilirim. Biliyor musun; seni sevdiğimden beri artık çevremdeki her şey gözüme daha güzel daha hoş ve de daha ümit verici gelmeye başladı çünkü onlar bana seni hatırlatıyor...

Dağlar gibi sende içimde çok büyük tutunulması zor bir yerdesin. Tepeler gibi sende içimde ulaşılması zorsun. Zirveye sadece bir kişi çıkar senin yaşamında; işte o da ben olmak istiyorum zirvede tek ben; BEN VE SEN...

Su gibi berraksın ama içimdekileri de alıp götürüyorsun,yol gibi senin de sonun yok; yani seni sevmenin sonu yok... Bu böyle nereye kadar sürer bilemem tabi. Bunu ben belirleyemem; ama şunu bil ki seninle ölüme bile varım..!

Sensiz geçen bir gün değil bir salise bile düşünemez oldum. Sen benim; benliğim, varlığım, hayatım, geleceğim, çılgınlığım, sevincim, mükemmelim, sevdiceğim kısacası her şeyim her şeyimsin...

Sensiz bir hayatın oksijensiz yaşamdan farkı yoktur. Aldığım nefes içtiğim su yürüdüğüm yol her şeyde sen ve senden izler var.

Seni seviyorum ,Seni seviyorum...



Hatıra Nedir - Anı örnekleri - Anının özellikleri



ANI VE ANININ ÖZELLİKLERİ

ANI: Yaşanmış olayları anlatan yazı türü, hatıra.

ANININ ÖZELLİKLERİ:
1- Gerçek deneyimleri anlatır.
2- Herhangi bir düşünceyi kanıtlama amacı yoktur; bilgilendirme amacı vardır.
3- Söyleşi havasındadır, dili yalındır.
4- Genellikle öyküleyici anlatım biçimiyle yazılır.
5- Konusunu bir yerden alır.



İLK AYRILIŞ

- Ezgi kızım, yağmurluk koydun mu bavuluna? Biliyorsun çok yağmur yağıyormuş oralarda.
- Evet annecim, biliyorum, koydum.
...
- Ezgicim, acil durumlar için ilaçlarını hazırladın mı? Neyi nasıl kullanacağını iyi biliyorsun değil mi kızım ?
- Evet baba, biliyorum, sağol.

- Ezgi, canım bak, bu kutuya vitaminleri koydum. Hergün almayı ihmal etme olur mu?
- Sen merak etme anneannecim, alırım.

- Abla?
- Efendim tatlım.
- Peki Tavşi ne olacak? (Tavşi, kardeşimle, oyuncak tavşanımıza koyduğumuz bir isimdi. Benim için çok özeldi sessiz dostum. Çoğu kez umutsuzluğumda onu bulurdum karşımda. Onu çok özleyecektim.)
- Öykücüm, Tavşi’yi bir aylığına sana emanet ediyorum. Beni özlediğinde ona sarılırsın, canım.
Gideceğime en çok üzülen kardeşimdi aslında. Son zamanlarda huzursuzluğu iyice artmış, olur olmadık şeylerde beni azarlar olmuştu. Kolay değildi tabii onun için. Gözlerini ilk açtığı andan itibaren ben vardım yanında. Bu onunla ilk uzun ayrılışımızdı.
Aslında bana ne kadar belli etmeseler de herkesin içinde bir burukluk, bir hüzün vardı. Odam bile üzülüyordu sanki gideceğime. Gözünde hiçbir zaman büyüyemeyeceğim babam, elinde büyüdüğüm anneannem ve bana kendime güvenmeyi öğretmiş olan annem, şimdi kendilerini sorguluyorlardı. Acaba “küçük” kızlarını göndermekle hata mı ediyorlardı, yoksa bunun benim için harika bir deneyim olacağına ve bir ayın çabuk geçeceğine inanmışlar mıydı? Bildiğim tek birşey vardı. Bu yurtdışı kampıyla, ailemin bana olan güvenini sağlamlaştıracak ve bana sağladıkları bu imkanı en iyi şekilde değerlendirecektim. “ Sana güveniyoruz ve bunu da başaracağını biliyoruz” demişti bir keresinde babam.Onun bu sözleri beni çok mutlu etmiş ve kendime güvenim gelmişti iyice.
Benim duygularım aileminkilerden de karışıktı. Evden ilk ayrılışım olması işleri zorlaştırsa da, farklı bir ortamda bulunma, farklı bir kültürü tanıma fikri beni heyecanlandırıyor, ailemden uzak olmanın vereceği özgürlük de çok hoşuma gidiyordu. Ne de olsa, erken yatıp uykumu almam gerektiğini hatırlatacak babam, ya da soğuk havalarda giydiğim kıyafetleri eleştirecek annem olmayacaktı. Benim sorumluluğum tamamen bana aitti bu ay.
Gidişimden bir önceki akşam, İngiltere’ye birlikte gideceğimiz, çok yakın arkadaşlarım olan Gizem ile Zeynep’i aradım. Onlar da çok heyecanlıydılar. Birlikte, götüreceklerimizi tekrar kontrol edip, ertesi gün saat üçte havaalanında buluşmak üzere telefonu kapattık. İkinci dönemin başından beri gideceğimi bilmeme rağmen, bu son telefon konuşması, bunun bir hikaye olmadığını ve gerçekten gitmek üzere olduğumuzu hatırlattı aslında. Genellikle buluşma yeri seçerken, saat 12’ de Karum’un önünde, ya da üçte Bilkent’te gibi sözlerden sonra “saat üçte havaalanında” demek, bir hayli ilginç gelmişti.
Büyük gün geldi de çattı sonunda. Uyandıktan hemen sonra, son hazırlıklarımı tamamlayıp, bavulumu kapattım. Sevgili anneannemin baskıları üzerine birkaç lokma bir şeyler yeyip evden ayrıldık. Yolda, genellikle sürekli konuşan ve şaklabanlıklarıyla hepimizi güldüren kardeşim çok sessizdi. Bu sessizlik hiç hoşuma gitmiyor ve ben de her zaman olduğu gibi durmadan konuşuyordum. En sonunda havaalanına vardık. Arkadaşlarımı ve grup liderimi görmek neşemin yerine gelmesini sağlamıştı. Annemler, diğer veliler ile muhabbete dalmışken, ben de arkadaşlarımla konuşuyordum. En sonunda bavullar uçağa verildi, biniş işlemleri tamamlandı, uçuş kartları alındı ve grup liderimiz, gitme zamanının geldiğini söyledi. Ben yine neşeli olmaya çalışarak annemlerle vedalaşıp, gümrükten geçmek üzere ayrıldım. En son arkama bakıp el sallarken, annemin gözlerinin yaşlı olduğunu gördüm. O sahneyi, şimdi bile unutamam. Çok fazla etkilenmeme karşın, daha fazla kötü hissetmemek için önüme döndüm.
İşte, 9 Temmuz 2000 Pazar günü, Ankaranın 40 dereceyi geçen sıcağında ayrıldık Türkiye’den. Farklı bir dünyayı keşfe doğru…





BiR BAKIŞTA LONDRA

Türkiye ile bazı benzerlikleri bulunmasına rağmen, farklı bir dünya gibi gelmişti Londra bana. Saatleri iki saat geri almakla birlikte, Avrupa’nın en gözde şehrine adım attığınızda, kendi büyülü dünyasına çekiyordu sizi. Bunu uçaktan bile farkedebilmek mümkündü, gecenin karanlığında ışıl ışıldı Londra...
İlk günlerde sanki bize “Hoşgeldiniz” diyerek kendini göstermiş olan güneş, ikinci haftamızda bizi İngiltere’nin alışılagelmiş yağmurlarıyla yalnız bıraktı. Bu hava değişimi, temmuzun ortasında sıkı sıkı giyinmemize, ilk girdiğimiz mağazalardan kazak almamıza, neredeyse saniyede bir hapşırarak, hergün aspirin yutmamıza neden olmuştu. Buna rağmen, Londra’ya varışımızın ertesi gününden, son günümüze kadar durmadan gezmiştik. İlk hafta, yolda yürümek bile bizim için bir maceraya dönüşmüştü adeta. Yollardaki uyarıları çoğu kez görmeyen bizler, alışmadığımız trafik düzeni yüzünden kaç kere ezilmenin eşiğinden dönmüş, İngiliz sürücülere zor anlar yaşatmıştık. Neyse ki, bu duruma çabuk alışmıştık. Üç buçuk hafta boyunca en önemli ulaşım aracımız olmuş olan “undergound”umuz, yani metro, bizim en eğlenceli oyuncağımız olmuştu. Kaybolmaya mahkum olduğunuz bu metroda, birçok İngiliz ile sohbet etmiş, Türkiye’yi anlatmıştık uzun yollar boyunca. Kimi zaman yorgunluktan uyuklamış, kimi zaman da bırakılan gazeteleri okumuştuk. Ne var ki, gazeteler çok sıkıcı gelmişti Türkiye’nin hergün değişen haberlerinden sonra..
Uzun yollar katederek gittiğimiz her yer çok güzeldi ve her gezimiz de çok eğlenceliydi. Tarihi yansıtan eski binalar insanı büyülüyor ve oyuncak arabalara benzeyen şirin kırmızı otobüsler ve kırmızı telefon kulübeleri Londra sokaklarını renklendiriyordu. Ülkemizde duymaya alıştığımız ezan seslerinden sonra, “Trafalgar Square” gibi ünlü meydanlarda duyduğumuz çan sesleri, tanımlayamadığım bir mutluluk veriyordu insana. İndirim diye bağıran mağazaların ise Türkiye’den pek bir farkı yoktu. Hatta, mağazalarının zevksiz olduklarını söylemek yanlış olmazdı. İngiltere’nin en büyük mağazaları olan “Harrods” ve “Miss. Selfridge” turistlerin ve tabii bizim de ilgi odağımız olmuştu. Şort ve uygunsuz kıyafet giymiş olan insanlar mağazaya alınmıyor ve birçok insan sırf Harrods’tan bir şeyler almış olmak için gereksiz şeylere tonlarca para harcıyordu. Bizler de, Harrods dışındaki birçok mağazanın indiriminden yararlanmış, dönüşte bavulumuzu zor kapatmıştık. Alışveriş merakımızın Türkler’in kanında olduğunu söylemişti annem bir keresinde...
Bu bir aylık kamp süresince, “Madame Tussaud”, “National Art Gallery” ve “Natural History Museum” gibi birçok müzeye gitmiş, ilginç şeyler görmüştük. Madam Tussaud müzesindeki mumyalar ile fotoğraf çektirmiş, ünlü ressamların resimlerini incelemiş ve bilim tarihini öğrenmiştik. Ünlü Victoria Tiyatrosunda müzikal izlemeye gitmiş, yarısında yorgunluktan uyumuş olmama rağmen çok eğlenmiştim. Ayrıca, Londra’nın tek ve muhteşem lunaparkı “Chessington”da başımız dönünceye kadar aletlere bindiğimiz hiç unutamam.
Bu gezdiğimiz yerlerin bana göre en güzeli, “Coventgarden” adlı çok ünlü bir meydandı. Bu meydanın özelliği, geçimlerini sağlayabilmek için, birçok insanın hiç hareket etmeden, heykel gibi saatlerce durmaları; bir kısmının ufak skeçlerle insanları güldürmeleri ve bir kısmının da uzak doğunun mistik müziklerini çalmasıydı. Bizler de, bu insanları seyrederken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor ve durmadan fotoğraf çekiyorduk. Ayrıca, Coventgarden’ın bir başka özelliği ise yakınında sabun fabrikasının bulunmasıydı. Fabrikadan içeri girdiğinizde, adeta nefes almak zorlaşıyor ve biribirinden farklı kokular insanın başını döndürüyordu. Hayatımda, hiç bu kadar ilginç bir yer görmemiştim!
Bu üç buçuk hafta süresince elimizden geldiğince gezmiş ve çok farklı yerler görmüştük. Gezip gördüğümüz bu yerler belki Londra’nın yarısını bile oluşturmuyordu ama, Türkiye’ye dopdolu, öğrendiklerimizi, gezdiğimiz gördüğümüz yerleri, edindiğimiz deneyimleri; ailemize, arkadaşlarımıza anlatma heyecanıyla dönmüştük. Bir dahaki sefere, keşfedemediğimiz yerleri keşfedebilme ümidiyle…


Destan,halk hikayesi ve masal arasındaki ilişki

DESTAN, HALK HİKÂYESİ VE MASAL ARASINDAKİ İLİŞKİLER VE BU UNSURLARIN DESTANLARA YANSIMASI

İlk olarak toplumlar, mitik bir dönem yaşamıştır. Bu mitik dönemin en önemli özellikleri, insanoğlunun henüz çözemediği olayların sebeplerini esrarlı bir kutsallık ile açıklaması ve vardığı sonucu da bir kural olarak kabul etmesidir. Böylece kendisinin de içinde yer aldığı ilkel bir Tanrılar dünyası yaratılmıştır.

Tarih sahnesine çıkınca düşünce tarzında değişmeler olmaya başlamış ve epik düşünce dediğimiz yeni bir döneme geçilmiştir. Bu dönemde mitik dönemdeki esrarengiz görünen âlemin bazı sırları çözülmüş, bilinmezlik ortadan kalkınca, yeni bir beşeri değer esrarlı gücün yerini almıştır. Bu değer insanın fizik gücüdür. Bu gücün değerinin keşfedilmesi mücadele ile bazı düşmanların, mesela bazı hayvanların yenilebileceği anlaşılması, dışa yönelik bir mücadeleyi başlatmıştır. Toplum, kendi içinde teşkilatlanmaya başlamış, yurt ve kabile şuuru uyanmıştır. Bunları ifade etmek için mitik dönemde şekillenen dil ve düşünce kalıpları aynen kullanılmış ve kültürün ikinci halkası oluşmuştur. Henüz cemiyet içi çatışmalar başlamadığı için birlik fikrinin ilk çekirdekleri de bu dönemde filizlenmeye başlamıştır. Toplum, henüz göçebe halde yaşamaktadır. Bu dönemin eserleri destanlardır. Destan tipleri cemiyetin ortak tipleridir. Henüz ferdi tipler mevcut değildir. Toplum, daha önce yaşamış ve zihinlerde iz bırakmış tiplerin bütün iyi özelliklerini kendi dönemine taşımış ve bu dönemin parlayan tipine bunları yerleştirmiştir. Epik kahraman, sadece kendi özelliklerini değil daha önce yaşamış tiplerin özelliklerini de taşımaktadır. Bu dönemin kahramanlarında bulunmayan; toplumun beklentisi doğrultusundaki özellikler de bu tiplere yüklenmiştir. Böylece epik bir tip hem mitik özelliklerden müspet olanları, hem de idealindeki tiplerin anlamdaki özelliklerini birleştirmiştir.

Daha sonraki dönemde toplumun yerleşik ve yarı göçebe hayata geçmesi ile cemiyet içi çatışmalar ve ferdin kendi problemleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemin eserleri de epico-romanesque eserlerdir. Artık kahramanlarda epik özelliğin yanı sıra başka özellikler de aranmaktadır. Estetik bazı beklentiler ( güzellik, iyi şiir söyleme, dürüstlük vb.) söz konusu olmaktadır. Halk Edebiyatında, halk hikâyeleri dediğimiz tür işte bu dönemin ürünleri olmaktadırlar. Halk hikâyelerine ,Anadolu dışındaki Türk boyları arasında destan, hikâye vb. isimler verilmektedir. Bunlar nazım ile nesrin karışık olarak kullanıldığı, kahramanlık ve aşk konulu eserlerdir. Genellikle âşıklar tarafından tasnif edilirler ve anlatılırlar. Bu eserler de, aynen destanlarda olduğu gibi kendilerinden önce diğer türlerde kullanılan malzemeyi kullanmışlardır. Motif ve epizot, formel unsurlar ve yapı bakımından diğer türlerden sık sık malzeme almışlardır. Hem mensur hem manzum oldukları için bütün halk yaratıcılığının şekil ve türlerinin karmaşık bir sentezi halindedirler.

Destanlar; milletlerin tarihinde derin iz bırakmış önemli olayları harikuladeliklerle süsleyerek anlatan uzun, manzum, milli eserlerdir. Destan anlatıcısı ozan (akın veya baksı) onu bir kopuz eşliğinde söyler. Bir takım mimik, jest ve taklitlerle anlatımını kuvvetlendirmeye çalışır. Halk hikayelerinde de bu anlatım ananesi devam etmekle birlikte, mühim bazı farklar onu destandan ayırır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

1. Tarihi bir vakanın olması şart değildir.

2. Nazam-nesir karışıktır. Zamanla nesir, nazma üstünlük kazanmıştır.

3. Şahısların ve olayların anlatımında realist çizgilere daha çok yer verilmiştir.

4. Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.

Ayrıca; destanlar, belli bir daire teşkil ederler. Halk hikâyelerinde-bilhassa aşk konulu olanlarda-böyle bir daire söz konusu değildir. Hikâyenin kahramanı âşık olur, sevgilisine kavuşmak için maceralara atılır ve kavuşur. Hikâye burada biter. Halbuki, destanlarda durum böyle değildir. Mesela Manas Destanı’nı onun oğlu Semetey ve onun oğlu Seytek devam ettirirler.

Masal nesirle söylenmiş, tamamıyla hayal mahsulü olan ve anlattıklarına inandırma iddiası bulunmayan, kısa bir anlatı türüdür. Masalın en karakteristik özelliği, seri bir tahkiye tekniğine sahip olmasıdır. Ayrıca, masallarda olayın geçmişe ait olduğunun belirtilmesine bilhassa dikkat edilir. Masal ile destan arasında şu benzerlikler vardır:

1. Destanlarda, masal kahramanı olarak bilinen perilerin yaşayışına benzer bir hayat süren destan kahramanları vardır. Oğuz Destanı’nda Oğuz’un evlendiği kızlar gibi.

Masal ile destan arasındaki farklar ise;

1. Masal konuları çeşitli olmasına rağmen destan konularında kahramanlığa fazla yer verilir. Umumiyetle milletlerin mazisindeki önemli olaylar ve büyük kahramanlar etrafında destanlar teşekkül eder.

2. Masal kahramanlarının hayali olmasına karşılık destan kahramanlarını biz tarih sayfalarında bulabiliriz. Oğuz Kağan gibi.

3. Destanlar daha hacimli olurlar. Pek çok olayın anlatıldığı destanların hacimleri de uygun olarak geniş bir yer kaplar.

4. Destanlar manzum olurlar, masallardaki durum ise tamamıyla tersidir. Masallarda manzum kısımlar yok denecek kadar azdır.

5. Masalların benzerlerine başka milletlerde de rastlanıldığı halde destanlarda durum farklıdır. Destanlar millidir. Bir millete aittir.

Manas Destanı’nın Radloff versiyonu, destan kahramanlarının ailelerinin takdimi ile başlamaktadır. Bu durum halk hikâyelerinde de böyledir. Destanda statü, destan kahramanın geleceği için öneminden dolayı çok fazla vurgulanmamasına rağmen, halk hikâyelerinde kahramanın aşkı uğruna neleri feda ettiğini göstermesi bakımından vurgulanmaktadır:

(Böyönkan, onun oğlu Karahan ve onun oğlu Cakıp Han şeklinde-Radloff versiyonu; Böyönkan, Çayankan ve Orozdu üç kardeştir. Orozdu’nun beş karısı olmuş ve ilk karısından Cakıp ve Şıgay doğmuştur. Cakıp’ın da üç karısı olmuş, onun da ilk karısı Çıyırdı’dan Manas ve Kardıgaç doğmuştur-Yusup Mamay versiyonu)

Oğuz Kağan Destanı’nın islami varyantında da Oğuz’un soyu ilk olarak tanıtılır. Ve soyu Nuh Peygambere dayandırılır. Burada da Nuh peygamberin oğulları olan Hâm, Sam ve Yafes’ten başlayarak bütün soy ve başa geçen hükümdarlar sayılıyor. En son olarak da Kara Han oğlu Oğuz Han’dan bahsediliyor.

Edige Destanı’nda da kahramanın soyu tanıtılmaktadır. Bunu;

Ben de atalık söyleyeyim,

Çaşlı tüklü Koc’Amet

Ondan gelmiş Er Amet

Ondan gelmiş Ker Amet

Ondan doğmuş Temir Kaya

Temir’den doğmuş kutlu Kaya

Kutlu Kaya’dan doğmuş Edige

Edige’den doğmuş Nuradın şeklinde destanda görmekteyiz.

Bir de “eski zamanda Cayık ile İdil’de Altın Orduda Toktamış adında bir hükümdar yaşamıştır. Onun av kuşlarına bakan Kutlıkaya adında bir beyi bulunmaktadır. Edige, işte bu beyin oğludur. Ancak Edige’nin babası Toktamış tarafından öldürülür. Görüldüğü gibi Edige de bir bey oğludur şeklinde bir tanıtım vardır.

Manas destanında ve halk hikâyelerinde paralellik gösteren bir başka motif de çocuksuzluktur. Oğuz Destanı’nda da aslında baş kısımda bir çocuksuzluk motifini içeren kısım olabilir, ama burası eksiktir. Manas Destanı’nda Cakıp, Çıyırcı’yı bir takım şeyler yapmadığından dolayı azarlıyor. Bunların arasında belini sıkı bağlamaması ve evliya mezarına gitmemesi, elmalıkta yuvarlanmaması gibi unsurları sayabiliriz. Bunun gibi suçlamalar halk hikâyelerinde de bulunmakta ve hatta kahramanlar eşlerinden bile ayrılmaktadırlar. Burada geçen elma unsuru her ikisinde de ortaktır. Manas’ta elmalıkta yuvarlanmak şeklindeyken halk hikâyelerinde bu dervişin verdiği elmanın yenmesi sonucu çocuk sahibi olmak şeklinde işlenmiştir.

Alpamış Destanı da bir çocuksuzluk motifiyle başlar. Baybora ve Baysarı bolluk içinde yaşamalarına rağmen çocuk sahibi değillerdir. Bunun üzerine çocuksuzluğa çare arama motifi devreye girer. İki bey evliyaların mezarlarını ziyaret etmeye, Tanrı’ya yalvarmaya karar verirler.

Ad verme motifi de ortak bir motif olarak her iki türde de yer alır. Kahraman belirli bir yaşa gelince, veyahut bir kahramanlık gösterince ona ad koymaya sıra gelir. Ad ya çocuğun üzerinde bulunan bir işarete göre veyahut da çocuğun kendisinin doğumuyla getirdiği işaret üzerine olur. Ve genelde bu adı çocuğa ak sakallı ihtiyarlar verir. Halk hikâyelerinde de elmayı veren derviş, kendisi gelmeden çocuğa ad verilmemesini söyler ve çoğu zaman kendisi gelerek çocuklara ad koyar. (Asuman ile Zeycan, Kerem ile Aslı vb. halk hikâyelerinde görebiliriz.)

Dede Korkut Hikâyelerinde de çocuğun ad alması bir kahramanlık yapmasına bağlıdır. Ve bundan sonra Dede Korkut gelir ve çocuğa yaptığı kahramanlıkla bağlantılı bir ad verir. Adını ben verdim, yaşını Allah versin diyerek dua eder.

Manas Destanı’nda da Cakıp Han, bir toy düzenler, dört peygamber gibi koca gelerek çocuğa Manas adını verirler. Semetey, ad aldığında Manas hayatta değildir. Kanıkey’in babası toy düzenler ve ona ad koymalarını ister. Yine kimse ad koyamaz ve ak sakallı ihtiyar gelip adını Semetey koyar ve gider. Seytek de aynı şekilde ad almıştır. Kan çora ve Kül çora da doğumlarındaki özelliklere göre ad alırlar.

Edige Destanı’nda da Edige, şöyle ad alır: Kutlıkaya, Toktamış tarafından öldürüldükten sonra, onun can dostu can Timer, Kutlıkaya’nın oğlunu geniş olan çizmesine saklayarak Toktamış Han’dan kurtarmıştır. Bu nedenle bu çocuğa Edige adını vermiştir. Çünkü çizmeye Tatarca’da, etik denir

Alpamış Destanı’nda da çocuklara ad verilmesi için toy düzenlenir. Hoca molla gelerek çocuklara adlarını verir.

Köroğlu Destanı’nda da çocuk mezarda doğduğu için Göroğlu adı verilir. Adı da Dede Kamber verir.

Kahramanın eğitimi konusu da destan ve halk hikâyeleri arasında ortaktır. Yusuf Mamay varyantında Manas’ın eğitimi Oşpur’a verilir. Radloff varyantında ise; Cakıp, Manas’ı aksakal bilge Bakay Han’ın yanına eğitilmesi için verir ve uzun süre anne ve babasından ayrı kalarak orada eğitilir. Bu durum halk hikâyelerinde de vardır. Doğan çocuk okul çağına gelince devrin ilimlerini ve kahramanlığı öğrenmesi için anne ve babadan uzak bir yerde eğitim görüyor.(Tahir ile Zühre hikâyesinde görebiliriz.)

Edige Destanı’nda, Edige’nin de küçük yaştan itibaren bir eğitimden geçtiğini görürüz. Edige, üç yaşında bir hocadan (atalık saz) ders alır, dört yaşında bilgi sahibi olur, altı yaşında ata biner, yedi yaşında yay çekip yedi tutam ok atar ve böylece eğitimini tamamlar.

Köroğlu Destanı’nda da Köroğlu, dört yaşına girince Ahmet Han onu okula verir. Yedi yaşına kadar iyi okur.

Manas Destanı’nda bulunan aşk kıskançlıklarına, halk hikâyelerinde de rastlanmaktadır. Aynı zamanda kan bağı veya derin bir dostlukla birbirlerine bağlı olan insanlar arasındaki ihanetler de beşeri motiflerdendir. Manas Destanı’ndaki Köz Kaman bölümü buna örnek teşkil eder. Köz Kaman domuz gözlü demektir. Köz Kaman ve ailesi uzun zaman Moğolistan’da kalmış, Çin kültürü almış, asimile olmuşlardır. Kanıkey, içgüdüsel olarak Köz Kaman’ı hiç sevmez. Nitekim Köz Kaman Manas’a ihanet eder. Manas’ı ve kırk yiğidini zehirler. Kırk yiğit ölür. Manas, Kanıkey’in Mekke’den getirdiği bir ilaçla iyileşir. İyileşince Mekke’ye gidip dua eder ve kırk yiğidi de bu sayede dirilir. Dede Korkut Hikâyelerinde de Dirse Han Oğlu Boğaç Han adlı hikâyede aynı unsurları görüyoruz. Burada da tahta çıkan Boğaç Han kırk yiğidin adını anmaz olur. Bunun üzerine kırk yiğit Dirse Han ile Boğaç Han’ı birbirine düşürürler. Edige Destanı’nda Kın Cabay, Noradın’e Toktamış’ın kızını seviyor diye Toktamış’ın kızıyla tuzak kurar, ve kız hamile olduğunu söyler. Ve çocuğun Edige’den olduğunu söyler. Böylece baba ile oğlun arasını açmış olurlar. Manas Destanı’ndaki Mendibay da Manas ile Kanıkey’in aşklarını zedeleyerek, onları ayırmaya çalışan bir tiptir. Kökçö’nün kırk yiğidi kıskançlık sonucu, Almanbet ile Kökçö’nün arasını açarlar.

Alpamış Destanı’nda da Kökemen, Alpamış ile Gülbarçin’in aşklarını engellemeye çalışır.

Hayatın çeşitli dönemlerinde (doğum, gençlik, evlilik, lider seçimi, savaş, ölüm vb.) yapılan yarışmalar ve sınavlar gerek destanlarda, gerekse halk hikâyeleri ve masallarda büyük benzerlikler gösterir. Manas Destanı’ndaki Kökötöy’ün aşında görülen bu tür faaliyetler kahramanlık konulu hikâyelerde karşımıza çıkmaktadır. Alpamış Destanı’nda da at yarışları ve güreş sahneleri vardır. Altın tabak yarışması yapılır. Uzun bir direğin ucunda bir tabak, tabağın içinde de altın gümüş gibi şeyler vardır. Tabağı vuran içindekileri alacaktır. Başka bir varyantta bu ortası delik madeni paradan ok geçirme şekline alıyor.

Manas Destanı’nda bulunan ölüp-dirilme motifi de hem halk hikâyelerinde hem de masallarda geniş bir biçimde yer almaktadır. Halk hikâyelerinde kahramanın öldükten sonra dirilmesi değil de başka kılığa girip şekil değiştirmesi söz konusudur. Destanlarda ölüp-dirilme motifinin yanında kılık değiştirme motifi de işlenmiştir. Bunun da en güzel örneklerini Köroğlu Destanı’nda görüyoruz. Köroğlu Kamber Dede kılığına girer, ayrıca destanda kahramanların doğan, güvercin, balık suretlerine girmelerine de çok fazla yer verilir. Masallardan örnek verecek olursak;

Nartanesi isimli masalda, karısı ölen adam kızı ile bir müddet beraber yaşarlar. Adam evlenir, analığı kızı hor görür. Baba kızını odun dağına bırakır ve eve döner. Kız kırk zeybeklerin evine giderek onlardan habersiz evin işlerini yapar. Bir gün kız, kırk zeybeklere yakalanır. Başından geçenleri onlara anlatır. Kırk zeybekler, bu kızı kardeş edinirler. Kızın üvey annesi bunu duyar ve kocasına verdiği zehirli gerdanlığı kızına takmasını öğütler. Kız sihirli gerdanlığı takınca ölür. Kırk zeybekler kardeşlerine kıyamazlar. Ve bir sandık içine koyup bir çeşme başına bırakırlar. Bir bey oğlu, sandığı açıp da kızın boğazındaki gerdanlığı çıkarınca kız dirilir. Daha sonra bey oğlu kızla evlenir.

Kargış ve algışlar, yani dua ve beddualar gerek Manas, Edige ve diğer destanlarda gerekse halk hikâyesi ve masalda çokça rastlanan unsurlardandır. Edige Destanı’nda, Edige Kın Cabay ve Toktamış’ın kızına inanarak babasına düşman olur ve babasının gözlerini kör eder. Bunun üzerine Edige, oğluna beddua eder. Noradın hasta olur. Edige, dayanamayarak dua eder ve oğlunu iyileştirir. Alpamış Destanı’nda da Karacan ile Alpamış’ın güreşi esnasında Alpamış, Hz.Ali’ye dua eder. Ve güreşi kazanır. Manas’ın kırk yiğidi Manas’ın Mekke’ye gidip dua etmesi sonucunda dirilmiştir. Çocuğu olmayan kahramanlar, çocukları olması için dua ederler. Bunu Manas, Alpamış vb destanların yananda Dede Korkut Hikayelerinde de görüyoruz. Hatta bir ağzı dualının duasının kabul edilmesi sonucunda beylerin çocuklarının olduğu vurgulanıyor. Köroğlu Destanı’nda Zulper Ayım, nasıl oluştuğunu açıklayamayacağı bir çocuk taşıdığı için ölmek ister ve Allah’a canını alması için dua eder.

Gerek Manas Destanı, gerekse Edige vb.nde geçen kahramanların olağanüstü vasıflara sahip olması ve hızla büyüyüp gelişmeleri masal kahramanlarında da görülen olağanüstülükle ilgili unsurlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kahramanların gurbete çıkmaları da gerek destanlarda gerek masal ve gerekse de halk hikâyelerinde karşılaştığımız motiflerdendir. Örneğin Manas Destanı’nın Yusup Mamay versiyonunda babası Cakıp’a küsen Manas, küçük yaşta yurdunu terkedip Turfan’a gelir ve orada çiftçilikle uğraşır. Almanbet de ülkesini terk eder. Edige Destanı’nda Edige, Toktamış Han’ın kendisini ortadan kaldırmak istemesi üzerine ülkeyi terk eder. Bu husus oğlu Noradın için de geçerlidir. Halk hikâyelerinde de rüyasında gördüğü sevgiliyi aramak için yabancı memleketlere giden kahramanlara çokça rastlarız. Bu türlerin hepsinde ortak olarak göze çarpan bir husus da kahramanların gittikleri yerlerde vatan özlemi çekerek bir müddet sonra tekrar memleketlerine dönmeleridir. Alpamış Destanı’nda da kökbörü yarışı sonucunda Baybora ile arası açılan Baysarı ailesini de alarak Kalmuk Tayşa Han’ın topraklarına gider. Ama o da destanın sonunda vatanına geri döner.

Kahramanın olağanüstü güçte varlıklarla mücadelesi ve onları yenmesi de çok yaygın bir motiftir. Masal ve destanlarda çok fazla görülmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz ormanda yaşayan ve insanlara zarar veren gergedanı öldürür, Manas Destanı’da Manas, Maker devle dövüşür ve onu yener, Dede Korkut Hikâyelerinde Basat Tepegözü öldürür, Edige Destanı’nda Edige, Kara Tiyen Alp adlı bir devle dövüşür ve onu yener. Bu unsur masallarda da çok fazla yer almakta hatta masallarda destandan daha çok yer almaktadır.

Kırk formulistik sayısı da destan, hâlk hikayesi ve masallarda yer alan unsurlardandır. Manas Destanı’nda Manas’ın kırk yiğidi vardır. Almanbet kırk çoranın cakşısı yani kırk yiğidin en iyisidir. Manas’a kılıç yapan ustaya bu hizmetinden dolayı kırk kısrak verilir. Temir Han’ın kızı Kanıkey ile evlenecek olan Manas, kız tarafına kırk vadi koyun verecektir. Manas Almanbet ile tanıştıktan sonra, at yarıştırarak Manas’ın babası Cakıp Han’ın yanına gideceklerdir. Manas, babasına haber gönderir ve bu dostluğu kutlamak için bir alaca kısrak kestirip halkı toplamasını, kırk kazık çaktırmasını ve yarışacak kırk ata ödül vermesini söyler.

Formulistik sayıların en çok geçtiği destanlardan biri de Alpamış Destanı’dır. Kırk, dokuz, yedi sayıları, çeşitli olaylar içinde tekrar edilmektedir.

Edige Destanı’nda da Kara Tiyen Alp’ın kırk yiğidi bulunmaktadır. Masallarda da özellikle bir bir gece masallarında, kırk sayısına çok fazla rastlarız. Kırk haramiler örneğinde olduğu gibi. Bunun yanında üç, yedi, dokuz ve bunların türevleri olan doksan dokuz vb. formülistik sayıları da destan, masal ve halk hikâyelerinde görmek mümkündür.

Yine kahraman erkeklerin yanında onlar kadar kahraman özelliklere sahip kadın tipleri vardır. yine bunlara da halk hikayelerinde de destanlarda da rastlamak mümkündür.

Gerek destanlarda, gerek halk hikâyelerinde, gerekse masallarda görülen motiflerden biri de rüyadır. Oğuz Destanı’nda Oğuz’un bilge veziri Uluğ Türk, rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok görür. Altın yay, gün doğusundan gün batısına kadar uzanmaktadır. Üç gümüş ok ise kuzeye doğru gitmektedir. Rüyasını Oğuz Kağan’a anlatır. Oğuz Kağan, onun bu rüyasına bağlı olarak verdiği öğüdü tutar ve bir toy düzenleyerek yurdun idaresini oğullarına bırakır.

Dede Korkut Hikâyelerinde de rüya sıkça işlenmektedir. Salur Kazan’ın evinin yağmalanması sırasında, Karaçuk Çoban’ın kaygılı rüya görmesi üzerine, bu hayra yorulmaz ve tedbir alınır. Salur Kazan da rüya görür , bu rüya onu kaygılandırır ve ülkesine döndüğünde ülkesini yağmalanmış olarak bulur. Kazılık Koca oğlu Yigenek de bir rüya görür. Ve bu rüya sonucu yoldaşlarıyla Düzmürd Kal’asına giderek babasını kurtarır.

Manas Destanı’nda da rüya motifi sık sık karşımıza çıkar. Manas, Kanıkey, Almanbet rüya görmekte ve bu rüyalar kahramanları yapacakları işlerde yönlendirmektedir. Manas bir rüya görür ve rüyasını Acıbay’a yorumlattırır. Bu rüyada Almanbet’in gelişi müjdelenmektedir. Kanıkey de gördüğü bir rüyayı, Manas’ın dirilmiş olabileceğine yorar. Coloy’un karısı da rüyasında Manas’ın sürülerine saldırdığını görür. Coloy’dan onunla savaşmamasını rica eder ama fayda etmez.

Edige Destanı’nda Edige ve Toktamış’ın rüya gördüklerini görüyoruz. Halk hikâyelerinde de rüyü çok önemlidir. Görülen rüya sonucunda rüyadaki sevgiliyi bulmak için hikâye kahramanı yollara düzülmektedir.

Bazı destanlarda olağanüstü güçler ve olaylardan bahseden öyle bölümler vardır ki bunların masaldan alındığını bize düşündürür. Bunları kesin olarak destandan ayırmak her ne kadar mümkün değilmiş gibi görünse de, bazen anlatım şeklinden bunu çıkarabiliriz. Manas Destanı’nda birbirinden bağımsız çeşitli masalların destana sıkıştırıldığı görülür. Yusup Mamay versiyonunda Seyit bölümündeki bazı olayları buna örnek olarak göstermek mümkündür. Manas Destanı’nın baş kısmındaki Kırgız adının menşeini anlatan kısımları da bir masal olarak kabul edebiliriz. Çok eski zamanlarda Kırgızların başında olan Kalashan vardır. Bu çok yakışıklı birisidir. Ülkesindeki bütün çilli, çirkin insanları yok eder. Kendi çocuğu da çiçek hastalığına yakalanır ve çilli olur. Çocuğunu da öldürmesi gerekir, bu konuda vezirlere danışır. Vezirleri çocuğu kimse görmeden öldürmek ister. Ormana götürürler. Vezir, çocuğu öldürmeden orada bırakır ve senin adın Kırgız olsun der. Çocuk orada büyür ve kabile kurar. Bu kabileye de Kırgız denir.

Bir Çin varyantında ise masal başka türlü yer alır. Bir hükümdarın bir kızı, kızın da kırk cariyesi vardır. Bunlar bir gün kırda gezerken bir yerden su içerler ve hamile kalırlar. Hükümdar bunları kovar ve ormana bırakır. Bunların yirmi oğlu, yirmi kızı olur. Bunlar da büyüyüp evlenirler ve Kırgız soyu meydana gelir.

Köroğlu Destanı’nda da destanın giriş kısmanda Hz. Ali’den Zülper Ayım’ın çocuğu olması kısmı masal gibidir. Yine Köroğlu Destanı’ndaki Ağa Yunus Peri’nin, Miskal Peri’nin, Gülnar Peri’ni Köroğlu’na âşık olup onunla evlenmeleri bir masal unsurudur. Perilerle evlenme, zaten başlı başına bir masal motifidir. Edige Destanı’nda da buna benzer bir durum vardır. Edige’nin bir perinin çocuğu olduğunun anlatıldığı kısım yine masal unsurları taşır. Dede Korkut Hikâyelerindeki Tepegöz de bir peri ile çobanın beraberliği sonucunda ortaya çıkmıştır.

Masallardaki zaman kavramına benzer, gerçek olmayan bir zaman kavramını da destanlarda görürüz. Manas’ın ordusu Pekin’e giderken, altı ay yol yürür ama dönerken yedi günde gelir. Köroğlu Destanı’nda da Leyli Kır’ın bir aylık yolu bir günde aştığı ifadesi yer alır.

Destanlarda, masallarda ve halk hikâyelerinde görülen ortak motiflerden biri de büyü, fal gibi unsurlardır. Manas’ta falcı mahiyetinde kâhinler vardır ve bunlar Kırgızlardan doğacak olan çocuğun egemenliği eline alacağını söyler. Ahmet Han’ın da falcıları vardır. Onlar da Köroğlu’nun yaptıklarını, O daha ülkeye dönmeden haber verirler.

At motifi, bütün türlerde geçen bir motiftir. Oğuz Destanı’nda, Dede Korkut Hikâyelerinde, Manas Destanı’nda, Edige’de, Alpamış’ta, Köroğlu’nda vb. hepsinde at motifi vardır. Buradaki atlar üstün yeteneklere sahip olan, sahibi zor durumda kalınca onu kurtaran, sahibi için yas tutan, geçilmez engelleri kanatlanarak aşan cinsten hayvanlardır. Konuşma ve düşünme yeteneğine sahip akıllı ve bir o kadar da olağanüstü varlıklardır.

Hızır, pir, evliya vb. kelimeler de destan, masal ve halk hikâyeleri arasında ortak motiflerdendir.

Burada belirtilmesi gereken bir nokta da Dede Korkut Hikâyeleri’nden Bamsı Beyrek, Tepegöz ve Deli Dumrul ile ilgili hikâyelerin, Manas Destanı’ndan Er Töştük ve Almanbet ile ilgili destan parçalarının halk hikâyesi ve masal olarak anlatılmalarıdır. Edige Destanı ise kimi zaman bir halk hikâyesi olarak geçmektedir.

Bunların yanında bir takım söz kalıpları da masal, destan ve halk hikâyelerinde ortak unsur olarak yer almaktadır.

Sonuç olarak; destan, halk hikayesi ve masal türleri arasında birçok yönden benzerlikler olduğunu ve metinler incelenirken bunların göz önünde bulundurulması gerektiğini söyleyebiliriz




ads2